Saçı Uzun
Yol, tüm çileleri beyaz çizgilerine koymuş gibiydi. Otobüsün altında kaybolan çizgiler sanki Zehra'nın kalbine saplanıyordu. Uzun gece yolculuğundaydı, sağ koltukta horlayan insanları işitmemek adına köyde bir türlü çekmemiş telefonunu çıkarmış, müzik dinliyordu. Kederi kendine yetmezmiş gibi dertsiz başa dert ekleyecek kadar hüzünlü bir şarkıyla ilerliyordu.
Yola ilk çıktığında sinyal veren telefonu bildirimlerle dolup taşmıştı. Aramalar, mesajlar, sosyal medya bildirimleri ardı ardına gelince telefon donmuş, Zehra bir süre horlamaları işiterek gitmişti. Sonra her mesaj ve aramayla, her bildirimle tek tek ilgilenmiş önemli olanları kafasında işaretlemişti. Köye gitmeden önce arabasını uzun yola çıkacağı için sanayiye vermişti ama arabanın binbir türlü sıkıntısı çıktığından alamamıştı. Köyde ikinci haftasını geçirirken Osman Usta arabayı alabileceğini yazmıştı, İzmir'e inince ilk işi arabası olacaktı. Seminer haftası yaklaşıyordu, gidip boş boş oturacağı bir okul seçmesi gerekecekti. Geri kalanı önemsemedi. Telefonu yolun yarısındayken bırakmıştı.
Uzun yolda uyuyamıyordu, bu hareketsiz zamanda, sonsuza kadar sürecek gibi duran bu fildişi rengi yollarda Zehra, düşünmenin azabını tadıyordu. Cehennem deseler, hayal edeceği bu olurdu.
Köyün kendini yineleyen taze günlerinden sonra bu yol hiç çekilir değildi. Köy, dedi. Mezarda yeşeren çiçekler kadar tezat bir görüntü belirdi zihninde. Köylü kızının hayali tam sol yanında yeşerdi. Korkuyla yerinde hareketlendi Zehra. Görmezsem aslında yoktur ve unutursam hiç olmamıştır, dedi kendince. Eline telefonunu alıp müziklerle oyalandı fakat kalbindeki o ferah arzu çilelerle dolu yolu, çiçeklerle donatmıştı.
Yüzünde bir iğreti gülümseme belirdi. Pes etti. Kendine oldu olası yalan söyleyemezdi zaten. Kendi yalanlarıyla hayatını idame ettiremezdi. Kafasını geriye yasladı, gökyüzünün karanlığında seçili yıldızlara baktı. Omuzları çökük, tüm bedeni uyuşuktu. Derin bir soluk verdi. Çaresizdi. "Sevecek başka birini bulamadın mı?" dedi, bu aynı anlamda şu demekti: "Kendine eziyet edecek daha makul birini seçemedin mi?"
Makul... Neye göre makul? Topluma! Köylü kızını İzmir'e getirebilir miydi? Ama İzmir de insandı, ve insan da her yerde toplum... Kimisi sessiz kimisi sesli. Bir kaçamak bakış, küçümseyen bir dudak kıvrımı, bir çatık kaş dahi İzmir'di.
"Sevecek daha makul birini bulamadın mı?", dedi yine. Bu şu demekti: "Bir erkeği sevemedin mi? Bir köylü erkeğini?"
Gözlerini kapattı. Başı önüne düştüğünde öylece kaldı. Birkaç müzik geçti üstünden. Düşünceleri hızla aktı gitti, yakaladığını tuttu, yakalamadığı kaçtı ellerinden. Boynu ağrıdığında kaşlarını çattı, kaldırdı başını.
"Artık eve gidiyorum. Bir daha görmeyeceğim birisi için fuzuli düşünceler bunlar..." dedi üzülerek. Sonra sordu kendine, gerçekten bir daha görmeyeceğim birisi mi? Görmezden geldi soruyu, devam etti: En nihayetinde ev! Evim! Kokusunu dahi özledim. Mavi duvarlar boyu dizili kitaplar, kitaplar boyu dizili huzur.. Çayım hep sıcak olur, pijamalarımı giyerim, kitabım yatağımın ucunda... İşten çıkar gelirim, sabah huzurla uyanır giderim."
Bu düşünceyle rahatlayan kelimeleri bir cüretle devam etti:
"Sıkıldığımdan olsa gerek sardım birine. Kim olsa aynını hisseder."
Zihnini alt etmenin verdiği zaferle gülümsedi. Daha rahat nefes alıyordu artık, önünü daha net görüyordu. Fakat aklının bir yerinde arabasını alıp Kayseri'ye tekrar gitme fikri canlılığını koruyordu. Zehra esasında bu fikre tutunduğunu fark edemedi. Müziği değiştirdi, gülümsemesi asılı kalmış gibi etrafı seyretti.
Sonra ne oldu bilemedi, kıvrılan dudakları gözyaşlarıyla ıslandı. Ne kadar zayıf olduğunu hatırladı da kabullenmek istemedi sanki. Sevdanın en güçlü zihni dahi bir anlığına da olsa zayıf kılabileceği fikrini es geçti. Sevdayı es geçti.
Gözyaşlarını yüzünü tokatlar gibi sildi, kendi içinde bağırdı durdu. "Alt üstü bir köylü kızı! Keramet onda mı, benim ona baktığım gözde mi?!Bakmasam ne görecektim bir kırmızı yazmadan, bir şalvardan başka. İçindeki insanı fark edecek miydim?! Keramet benim gözümde. Alt üstü bir köylü, başka bir halt değil!" dedi, kendini susturdu. Dedikleri utanç olup üstüne çöktü.
Alt üstü bir köylü kızı diyerek es geçtiği Döne Nur'sa köyün alacakaranlığında oturmuş, kayıp ruhunu arıyordu. Penceresinin önüne yanmakta olan bir mum koymuş, öylece izliyordu eriyişini. Zehra'nın olmayışıyla alışılagelmedik bir haldeydi. En sevdiği dostunu kaybetmişçesine üzgündü.
Mumu ellerine aldı. Sağ gözünden bir damla yaş aktı, çenesine süzüldü. Nur, göz yaşıyla mumu söndürmek istedi fakat yaş orada asılı kaldı, damlamadı. Üfledi köylü kızı. Mum söndü ama kalbinde yanan mum eridikçe eridi. Sadece bir dost kaybetmediğini kavrayamayacak kadar toydu. Zehra aklına geldikçe dostluğunun değeri artıyor zannediyordu, çılgınca sevse dahi "Dostumu çok seviyorum." diyebilirdi ancak. Öte türlüsünü bilmiyordu.
Sönen mumu yerine koydu. Yatağa girdiğinde gözyaşları durdu. Uzun saçları yatağa serpildi. "Saçlarımı örseydi..." diye mırıldandı farkında olmaksızın. Sonra uykuya bıraktı bedenini, sabah tarlaya gideceği için yorgunluk şimdiden bedenine çökmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ağlayan Çınar (Tamamlandı)
SaggisticaEvlat olduğunu seneler evvel unutmuş olan genç kadın, bir gün annesini yaşadığı köyde ziyaret etmeye karar kılar. Kayıp olacakken rast geldiği genç kızın yardımlarıyla annesinin evini bulacaktır. Köyde, annesine olan evlatlık borcunu ödemek için ka...