10. Bölüm

1.1K 90 14
                                    

Var Olmakla Yoksullaşmak

Genç kadının İzmir'e gelişinin üzerinden bir hafta geçmişti. Köyün duru ve temiz havasından sonra şehrin boğucu havası nefesini daraltıyor, köyü her geçen gün daha çok hissetmesine neden oluyordu. İçindekilerle beraber burnunda tütüyordu köy, genç kız hasret olup çıkmıştı gönlüne. Özlem duyacağına dair en ufak bir ihtimal hissetmemişti fakat şimdi çıkıp gidesi vardı şehirden. Geçmişini şimdiye taşımayan zihninin köyü ve köylü kızını gerilere itmesinin kolay olacağını düşünmüştü. Fakat yüreği sevdiğinin düğününde davula değil de kendi yüreğine inen tokmak gibi atıyordu. Her seferinde ateşler içinde kavuran bir özlemle, gözünü dolduran bir sevdayla. Geceleri uyuyamaz olmuştu, sabahları uzun uzun köylü kızının hayalini düşünüyordu. 

Hasret, köylü kızının suratı olmuştu. 

Müdürünün iki gün önce attığı mesajda yazan seminer mesajıyla genç kadın, bir süre garsonluk yapma fikrini tartıyordu zihninde. Sadece imza atmak için gelmelerinin kafi olacağını belirtmişti müdür. Boş yere oturma fikrini kendileri de savunmuyor olsa gerek, diye düşündü Zehra. 

Üzerinde yıldızlı beyaz pijamasıyla sandalyesine yaslanıp geceyi seyrederken okullar açılana kadar ne yapacağını düşündü. Yıldızlarla aldanır gibi ellerini uzattı gökyüzüne, avucunu açtı, bir yıldızı orantıladı, tuttu. Avcunu sıkı sıkı kapayarak kalbine götürdü, bir yıldız hediye etti kendine. İsim verse Nur diyecekti ama dili varmadı. 

Kendisiyle aynı anda bir sürü insan gökyüzüne bakıyordu şüphesiz fakat umursadığı başkaydı. Çayından bir yudum aldı, sıcaklık vücuduna işlerken siyah bir şalvar oldu aşk.  Kırmızı yazma, alından akan ter oldu. Havayı kokladı Zehra, yağmurda anmak istedi Döne Nur'u. Düşen yazmasını elinde tutar gibi sıktı avucunu, ıslandıkları günü hüzünlü bir gülümsemeyle andı.

Sonra anılar silikleşti. Köylü kızı değil, evinin yalnızlık kokan havasında kaldı. Gülümsemesi silindi. Başını kucağındaki çayına eğdi, buharı seyretti. Ne olduğu bilinmez, birden fırladı Zehra. Çayını bir kenara bıraktı. Arabasının anahtarını aldı, koşarak çıktı dışarıya. Bir pastacı buldu. En güzel görüneninden bir tane aldı, mumları kendi seçti. Yan koltuğa bırakıp koşarak eve geldi yine. Bir çantaya birkaç eşya tıkıştırdı, kitaplarını aldı. İki elbise çıkardı, ütüsü bozulmasın diye dikkatle tuttu. Evi kontrol edip kapısını kilitledi. Arabaya eşyaları koyup elbiseleri düzgünce yerleştirdi. Heyecanla yola koyuldu Zehra. Kayseri'ye gidiyordu, köyüne. Bir çift kara göz olup belirdi yol. 

Neşe tüm uzuvlarındaydı, bir şarkı açtı. Gülümsemekten yüzü kasılırken rahat bir nefes verdi. Saçlarını okşar gibi tekerlekler yolu altına alırken köylü kızı da ağlayarak gökyüzünü seyrediyordu. 

"Verdim gitti." demişti bir saat önce babası eve gelen uzunca bir delikanlıya. Döne Nur Çınar Ağacı'nın altında, karanlıkta, hışırdayan yapraklarda Zehra'yı düşündü. Gözleri dolu, fısıldadı usulca:

"Ağaç dans ediyor,.." Bir damla yaş süzüldü de kalbine damladı o an. Zehra'nın kelimeleri ağzından çıkarken yaş kalbindeki alevi biraz dindirdi sanki. Devam etti:

"...İşte bak!. Gelsene..."

Yanıtlayan sessizlik oldu. Boğazın yumru otururken yaşlar boşaldı yanaklarından. Döne Nur yazmasıyla yüzünü sildi. Tam yanında Zehra'yı bulmayı arzuladı. Gece, büsbütün çöktüğünde hayaliyle adımladı yolu, Zehra dedi, başka bir şey demedi. 



Ağlayan Çınar (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin