Çırpınıyor kanatların yersiz bir heyecanla,
Bir umut çiçeği açıyor kabinin tam ortasında.🦋
İçimde kor kor yanan ve bir türlü söndüremediğim öfke kokan ateş, her zaman başımı yakmıştı. Sinirlenince kelimelerim sivrileşir, karşımdakini ne denli yaralar diye düşünmeden bir ok gibi hızlıca fırlatırdım onları. Sonra karşımdakinde açılan yaraları görür, o ateş öfkeden pişmanlığa bürünürdü.
Çocukluktan beri duyduğum yüksek sesli bağırmalar benliğime işlemişti sanırım. Annemin bana karşı olan ve hiç bitmeyen öfkesine uzunca bir süre maruz kalmıştım ve bu beni böyle birine dönüştürmüştü. Olur olmadık her şeye öfkeleniyordum ve kendimi tutamıyordum ve bu, çoğunlukla bana pişmanlık getiren olaylar yaşattırıyordu. Çünkü öfkem bir anda çok hızlı geldiği gibi, çok hızlı terk ediyordu beni. Bir anda parlayan ama çok fazla yanamayan bir ateş kıvılcımı gibi.Jeongguk benim için o şiirin analizini yapıp çantama koymasaydı, belki de şu an ona dediklerimi umursamayacaktım. Hatta belki değil, kesin umursamazdım. Ama onun benden çekindiği halde, benim için ödevimi gizlice yapması çok tatlı bir hareketti.
Gerçi ben böyle şeylerden de hoşlanmazdım ama dürüst olmak gerekirse, ben bir hafta da düşünsem onun yazdıklarını asla ama asla kendi başıma çıkaramazdım o satırlardan. Bu yüzden ona şimdilik minnettardım. Ödevin yarısı bitmişti onun sayesinde ve sadece son iki dize kalmıştı.
Gri taşlardan yapılmış kaldırımı, pek bir estetiği olmasa da, izlemeye devam ettim nedense. Gece geç uyumuştum ve erken kalkmış olmanın verdiği uyku mahmurluğu hala üzerimdeydi bu yüzden. Beynimin içi hala uyanmamıştı.
Tekerleklerin asfalta sürtünürken çıkardığı yoğun ses kulaklarımı doldurup beni kendime getirirken gözlerimi sabitlediğim bölgeden çekip birkaç kere kırpıştırmıştım onları. Gözlerim açık uyumuştum sanırım çünkü önümde duran otobüsü bile birkaç saniye geç algılayabilmiştim. Önümdeki bir-iki kişinin otobüse binmesini bekledikten sonra bende arkalarından takip etmiştim onları. Ödemeyi yaptıktan sonra arkamı dönüp ilerlemeden önce olduğum yerde kısa bir süre durup etrafı taramıştım boş yer var mı diye. Ama gözüm boş olan bir yere değil de, başka bir yere takılı kalmıştı.
Arka koltukların en ön sırasında, koridor tarafında oturuyordu bir teyzenin yanında. Gözleri bendeydi. İlk baktığım anda sabitlemişti zaten. Ama çok uzun sürmedi üzerimdeki bakışları. Hemen geri çekip başını eğdi hafifçe aşağıya.
Kısa bir nefesi dışarı verip yavaş adımlarla arkaya doğru ilerlemeye başlamıştım. Boş bir her yoktu. Gerçi gerekte yoktu. Beş-altı dakika sürecekti zaten yolculuk. Bu yüzden orta kapının olduğu yerdeki boş alana yürüdüm uyuşuk adımlarla. Camın kaldığı tarafa doğru çekilip bedenimi cama yaslamışken ayakta olan benimle birlikte sadece iki kişinin olması işime gelmişti. Kalabalık olduğu zaman ayakta olmaktan nefret ederdim çünkü öyle ortamlarda istemeden de olsa birileri ile fiziksel temas haline geçebiliyordunuz ve ben tam o anda bunu en az seviyeye indirmek için kendi içime doğru büzülüyordum. Tanımadığım insanlarla fiziksel temasa geçmekten cidden nefret ederdim.
Ellerimi cebime sokup ayaklarıma sabitlediğim gözlerimi tam kapatacakken yandaki hareketlilik beni meraklandırmıştı. Başımı hafifçe yukarı kaldırıp oturduğu yerden ayaklanan Jeongguk'a baktım. Ayağa kalktığı için yandaki teyzenin bakışlarının odak noktası olmasını pek umursamayıp kırmızı demirliklere tutunarak hızlıca biraz yakınıma ulaştı. Kendini yarım metre uzağımda tutarak aynı benim gibi sırtını cama yaslarken gözlerini benimkilere çevirip "Sen geç otur." demişti mesafeli bir sesle. Sert değildi ama samimi de değildi. Ki, bu üç kelimesini sarf ettikten sonra bakışlarını hemen önüne çevirmiş cebindeki kulaklıkları kulağına geçirmeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mavi kelebek ve lavinia
FanfictionDünya cayır cayır yanıyordu ve beni senden başkası kurtaramazdı. [ jenkook • october ©snowslight, 2021]