ölü çiçeğe aşık olan mavi kelebek.

1.4K 155 195
                                    

Bu sonu olmayan gökyüzünde özgürce uçarken
sayısız güzel çiçeklerin arasından,
bir güle veya bir papatyaya aşık olmak yerine,
ölü bir çiçeğe mi aşık oldun, kelebek?

🦋

Yalnızlık.
Bu dokuz harf ve üç heceden oluşan küçük kelime, sizi içinize kapanık birine dönüştürerek ölümü istetecek kadar büyük bir anlam taşıyordu aslında. İçinde, ölümün kırıntılarını taşıyan duygular barındırıyordu, görüntüsünün aksine.
Belki aranızda, bunun abartı olduğunu, benim bu dediğimin saçma olduğunu düşünenler vardır. Ya da yalnızlığın, sadece az arkadaş sahibi olan insanlarda olduğunu düşündüğünüz bir hastalık olarak görüyorsunuzdur bu kelimeyi. Veya belki de yalnızlığın kişinin kendisinden dolayı oluştuğunu..
Ben kendim istemedim bu yalnızlık hastalığını. Bana bunu mecbur bıraktılar. Benim ne bir arkadaşım, ne bir annem, ne bir babam vardı. Ama annemin ve babamın ölmüş olduğunu falan düşünmeyin. İkisi de kanlı canlı ayakta ve hayatlarının değerini çok iyi bilen iki insan. Sadece onların hayatlarının içinde ben yoktum. İstenmeyen bir detaydım onlar için ve bu onların beni görmezden gelmelerine sebep oluyordu. Uzunca bir süre bir hayalet gibi yaşadım kendi -istenmediğim- evimin içinde. Lise yıllarımda, sabah erkenden okula gidiyor sonra geri geliyor, odama kapanıyordum ve onlar akşam yemeği yedikten sonra ben gecenin bir yarısı kalan yemeklerden bir tabağa doldurup tekrar odama kapanıyordum. Çocukluğumdan beri sevilmeyen ben, ilk zamanlar da bunu kaldıramamış ve her çocuğun isteyeceği gibi başımın okşanmasını, bana gülümsemelerini istemiştim. Ve o zamanlar şunu düşündüğümü hatırlıyorum; Eğer onların gözü önünde çok fazla olursam kalplerine ve akıllarına girebilirim. Evet, belki o zaman beni severler..
Ve ben sürekli onların gözünün önünde olmaya çalıştım bu düşündüğümden sonra. Yaptığım her bir resmi gidip onlara gösterdim, her defasında bakmadıkları halde. Sokağın önünde oyun oynarken bilerekten yere düştüm, gelip 'iyi misin kızım?' diyerek bana sarılsınlar diye..

Ama hiç bir zaman onların ilgisini üzerime toplayamadım. Dokuz yaşında babamın yanına, kitap okumak için gittiğimde bana "Git başımdan!" Diye bağırdıktan sonra, bütün çocukluk hevesimi, isteklerimi içimde en derinlere gömmüş ve bir daha gerekmedikçe onların gözü önünde bulunmamıştım.
On beş yaşında bileklerimi kestiğim zamana kadar.. Onların beni fark etmesi için değildi bu yaptığım. Ama yine de bu sefer, farklı bir tepki beklemiştim onlardan. İntihar etmeye kalkışmış kızınıza karşı ne hisseder, ne yapardınız siz? Neden bunu yaptığını düşünüp, kendinizi suçlar mıydınız? Yoksa sadece böyle bir harekette bulunduğu için kızınızı azarlayıp ona en acımasızca cezayı mı verirdiniz? Benim ailem, ikinci şıkkı seçmiş ve tek arkadaşım olan mavi ve yeşil tüylerden oluşan muhabbet kuşumu benden alıp kuzenime hediye etmişlerdi. Çünkü akıllarınca beni böyle durduracaklardı. Ya da yaptıkları durdurmak değil, tekrar ölmeyi deneyip bu sefer başarılı olmam için bir sebep sunmaktı.

Ben, yalnız olduğumu kabullenmiştim.
Arkadaş edinirken kimseye güvenememiştim annem ve babam yüzünden. Çünkü onlar bile sevmezken beni, benim hiç bir şeyim olan insanlar beni ne diye sevsin ki?
Bu düşünce ile kimseyi yanıma yaklaştırmamış, yirmi bir yaşıma kadar kendi başıma ilerlemiştim. Bazen boğuyor olduğu oluyordu bu lanet yalnızlığın. Ama zamanla alışmıştım ve artık geçmişin aksine kimseyi yanımda istemiyordum. Zaten artık gerek yoktu. Bir arkadaş edinmek için çok geç kalmıştım..

Elimde sıkıca tuttuğum Fransız dili ve edebiyatı dersinin kolum kadar kalınlıkta olan kitabını göğsüme yaslarken içi dolu olan küçük, siyah çantamı da tek koluma asmıştım. Seul'un en önemli üniversitelerinden birinde Fransız dili ve edebiyatı bölümünü tam burslulukla kazanmış ve 'aile' kavramına hiç bir zaman uymayan anne ve babamı Daegu'da bırakıp Seul'de bir yurtta kalmaya başlamıştım. Ve her zaman ki gibi onlar bu olayı hiç takmamış ve hatta bence içten içe sevinmişlerdi.

mavi kelebek ve laviniaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin