gözlerine ve sesine sızıyor hüzün.

761 130 159
                                    

Yok et gözlerindeki hevesi,
Sana verebileceğim tek şey, bir kova dolusu gözyaşı benim.

🥀

Prensesler ve hep mutlu son ile biten hikayeleri, ne kadar da can sıkıcıydı. Mutlu olmak için prenses olmak zorunda mıydık? Ben bir prenses değildim. Hiç bir zaman da öyle hissetmedim. Her kız çocuğu babasının prensesidir oysa, öyle değil mi? Böyle derler..

Ben öyle olmayanlar arasındaydım. Benim babam ne kraldı, ne de ben prensestim. Bir hikaye de prenses olacaksam da, babam kral değil, sadece zehirli elmayı bana uzatan cadı olabilirdi ancak. Annem de kötü kalpli kraliçe.

Hiç istemezdim, onları böyle tanımlamayı. Çocukken, sınıf arkadaşlarım babaları hakkında "Kahramanım" diye bahsederken bende onlara özenerek öyle derdim. Bunu söylerken bile içimdeki kırgınlığı en derinine kadar hissederdim o zamanlarda. Çünkü benim babam hiç bir zaman bana öyle hissettirmezdi. Beni hiç omuzlarına almamıştı mesela. Ya da luna parka hiç götürmemişti. Sahi, ben hiç luna parka gitmemiştim. Güzel miydi? Çarpışan arabalar, gondol, dönme dolap.. hiç bilmiyordum. Sadece araba ile bir luna parkın önünden geçersek cama adeta yapışır, hayranlıkla, araba geçip gidene ve onu arkamızda bırakana kadar oraya bakar ve o oyuncaklara binmeyi hayal ederdim. Hayalim hiç bir zaman gerçek olmadı. Babam beni elimden tutup o luna parka götürmedi. Ben çarpışan arabalara hiç binmedim. Annem de bir kere bile mutlu olmam için tek bir söz bile etmedi. Hayal kırıklılığı, üzüntü, nefret ve bu duyguların yoldaşı olan duyguların hepsinden oluşan bir çocukluğa sahiptim ben. Gülmenin ne olduğunu bilmiyorum ve artık da öğrenemem diye düşünüyorum. Çünkü hiç açmamıştı güller, dudaklarımın kenarlarında. Kalbimin içi hiç dolmamıştı mutlulukla. Ve ben hiç bilememiştim huzurun ne demek olduğunu. Ve artık emindim, ölene kadar da hiç birini hissedemeyecektim.

Bay Lee masanın üzerine bıraktığı telefonunu alıp kapıya doğru ilerlerken bende parmaklarımla gözlerimi ovuşturup Bay Lee'nin ninni gibi olan sesinin getirdiği uykuyu kovmaya çalıştım. Bıraksalar, hemen burda kesintisiz, güzel bir uyku çekebilirdim. Çünkü her zaman olduğu gibi üzerimden bir tır geçmiş gibi yorgun ve bitkin hissediyordum. Bu nerdeyse her zaman üzerime yapışık olan yorgunluk gerçekten bir yerden sonra dayanılmaz oluyordu. Özellikle Bay Lee'nin uyuşuk ve yumuşak sesi beni her defasında uykunun kollarına hiç düşünmeden ittiriyor ve zavallı göz kapaklarımda beni uyanık tutabilmek için elinden geleni yapıyordu. Zor da olsa beceriyordu da.. Ama ben gerçekten onun dersinden çıktıktan sonra böyle olmaktan gerçekten bıkmıştım.

Daha fazla oturduğum yerde oyalanmamak adına hızlıca ayağı kalkmış, saçlarımı düzeltip kitaplarımı da topladıktan sonra çantam ile şemsiyemi koluma taktığım gibi kapıya doğru yönelmiştim.

Kısa siyah bir etek giyen ve dışardan da oldukça havalı görünen tanımadığım kızın yanından bir hayalet gibi geçerek merdivenlere yöneldiğimde omzuma astığım ve düşme tehlikesi yaşayan çantamı düzeltip yoluma devam ettim. Hiç bir zaman kısa etek giymemiştim hayatımda. Dolabım ağzına kadar pantolon çeşitleri ile doluydu. Elbise veya kısa etekler yoktu. Sadece üç tane eteğim vardı, onlarda kısa değil, uzun eteklerdi ve yazlıktılar. Elbisem hiç yoktu ama. Hemde hiç. Çünkü nedense elbise giymeyi seven kızların kişilik yapılarını neşeli ve delidolu olarak görürdüm. Ve bu iki kelime bana oldukça uzaklardı. Bu yüzden çocukluğumu atlattıktan sonra elbiselere olan ilgim azalmış ve iyice içine kapanık bir kız olmuştum. Sürekli pantolon ve kazak gibi basit kombinler yaparak makyaj yapma gereğinde bile bulunmuyordum ben, on beş yaşından beri. Elbiseler ve makyaj malzemeleri bana bir canavar gibi gelir, hiç bir zaman da içimden onları yapmak gelmezdi. Böylelikle böyle bir kız doğdu ortaya. Kısa eteklerden, elbiselerden ve makyajdan nefret eden bir genç kız. Annesinin aksine. Oysa sevgisiz ve ilgisiz yetiştirilmeseydim, belki bende anneme özenir ve kendine bakan bir kız olurdum şimdi. Ama bütün çocukluk hevesleri içinde mezar edinen bir kız çocuğu nasıl sevebilirdi ki bütün bunları? Nasıl heveslenirdi? Herşey ile birlikte bütün bunlarda en baştan gömülmemiş miydi içine? Şimdi onları mezarlarından geri çıkaramazdı.

mavi kelebek ve laviniaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin