lütfen hoşçakal demek için bu kadar çabalama.

482 91 328
                                    

Pes etmelisin, dedim
Tek başına yaşamaya ihtiyacın var.
Hayır, dedi başını sallayarak.
Seninle birlikte ölmeye ihtiyacım var.

🥀

"Gece saatlerinde, kuzeyden gelen soğuk rüzgarların yurt genelinde büyük bir fırtınaya sebep olacağı ve bu fırtınanın da sabah saatlerinde de ara ara etkili olacağı düşünülüyor. Fırtına olduğunuz bölgeye ulaşmadan önlemlerinizi almanız en iyisi olacaktır."

Odanın duvarında asılan küçük ekranlı televizyonda konuşan siyah, düz saçlı haber spikeri, olası bir felaket karşısında önerilerini sıralıyordu arka arkaya. Yurt genelinde etkili olacak bir fırtına için alacak bir önlemim yoktu. Bu yüzden gözlerimi alımlı haber spikerinden çekip camdan gözüken gri bulutlara çevirdim.

Başımıza kötü bir şey gelmemesi için alınan önlemler bu gibi konularda hayati olurken, benim en son, hem kendi hem de başka birinin hayatı için aldığım önlem, yaklaşık bir haftadır aklımdan çıkmıyordu. Eritilmiş bir zift gibi aklımın bir köşesine yapışmıştı ve kokusundan dolayı da, onu bir türlü unutamıyordum.

Yaklaşık bir haftadır Jeongguk benimle konuşmuyordu. Konuşmayı bir kenara bırak, yanıma bile yaklaşmıyordu. İstediğim olmuştu. Ona dediğim her bir kelimenin, her bir davranışın amacı buydu zaten. Benden uzaklaşmasıydı. Ama bu amaca oldukça zıt düşen bir his, içimdeki bütün uzuvlarımı bir sarmaşık gibi kaplamıştı. Boşlukta gibi hissediyordum. Sanki benim için çok önemli bir şeyi, nerede olduğunu bilmediğim bir yerde unutmuş gibi hissediyordum. Tuhaftı ve oldukça can sıkıcıydı. İçeri girmesine izin vermediğim hayatımda, kendi kendine bir yer edinmişti gizlice ve bu büyük bir felaketin kopacağını haber ediyordu. Geç kalmışım hissi sarıyordu bedenimi.

Onu kırmıştım çünkü, eğer kırılırsa gideceğini biliyordum. Gitmesi gerekliydi onun. Kalamazdı. Kalırsa iyi şeyler olmazdı. Hem onu hemde kendimi koruyordum olası bir fırtınadan ama sanırım yağmuru çoktan içeri buyur etmiştim. İstemeden o sokmuştu içeri. Hafifçe çiseliyordu şimdi. Bu yüzden böyle hissediyordum.

Ama çok geç değildi. Çok ileri gitmeden durdurmuştum bulutları. Kapılar kapalıydı, içeri giremezdi. Hem kapının önünde de beklemiyordu artık.. Belki kapısı ardına kadar açık bir evin içerisine çoktan girmişti ve belki de beni tamamiyle aklından def etmişti.

Evet, evet o çoktan gitmişti.
İçindekileri de gerisinde bırakmıştı.
Ve o da benden çabucak gidecekti.

Bu hissettiğim boşluğun sebebi, sadece ona alışmış olmamdı. Onu etrafımda görmeye alışmıştım. Göremediğim içinde şimdi böyle tuhaf hissediyordum. Yakında geçerdi, kısa süreli bir misafirdi. Sonra da onu hiç tanımamış gibi hayatıma devam ederdim.

Evet, bunu yapabilirdim.

Battaniyenin altında olan ve sıcaktan yanan ayaklarımı rahatsızca kıpırdatıp yattığım yerde hafifçe doğrularak battaniyenin dibini biraz açarak ayaklarıma soğuk bir esintinin vurmasına neden oldum. Bedenime yayılan rahatlamayla sırtımı yatağın başlığına yaslayarak komidinin üzerinde duran ders kitaplarıma kısa bir bakış attım.

Hafta sonundaydık ve iki gün sonra sınavlarım çok büyük bir hızla üzerime doğru geliyordu. Ama çalışmıyordum. Çünkü bu bir hafta da hayatımdaki bazı şeylerin gerçekliği yüzüme tokat gibi çarpmıştı. Neden ders çalışıyordum? Bunun ne önemi vardı? Bugüne kadar yeterince çalışmamış mıydım? Bundan sonra çalışmasam başıma ne gelirdi? Ya da gelecek şey beni ne kadar etkileyebilirdi?

mavi kelebek ve laviniaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin