GECENİN ORTASI
Ben Lal.
Sessizliğe haykırmış on yedi yaşındaki kızım.
Ben Feda.
Sadece kendim için feda olabileceğimi bilen yirmi yaşındaki kızım.
Bir göl kenarı, her şeyimden kaçtım. Bir mektupla geri döndüm. Bir göl kenarında kendimi öldürdüm, bir mektupla dirildim.
Ben Lal, bir göl kenarındayım. Korkmuşum. Aynı zamanda korkusuzum. İki seçeneğim var ama birini kafama koymuşum. Korkularıma sığınmışım ve korkularımdan kaçacakmışım. O göl kenarı bunu dedi geceleyin bana. Onu dinledim. Korkularımdan kaçmam gerektiğini öğrendim.
Ben Feda, kendimi bulduğum yerdeyim. Nefret dolmuşum. Aynı zamanda nefretimi unutmuşum. Geri gelerek her şeyle yüzleşmeye hazırlanmışım. Korkularımdan kendimi kaybetmişim ve şimdi kendimi geri bulmuşum. Korkularımdan kaçmamam gerektiğini anlamışım. Farklı bir gece o göl kenarı ağzını bile açamamış karşımda. Korkularımı korkutmuşum.
Gecenin ortası.
Ayın güneşe vurulma zamanı.
Görmüyor mu gözlerin daha fazlasını?
Genç kız cam kenarından uzattığı bacaklarına bakmaya devam etti. Yer ile arasında çok bir yükseklik yoktu ama o yine de daha yükseğini istiyordu. Daha ulaşılmaz olmak istiyordu. Kimse ona dokunmasın, bakmasın, yargılamasın istiyordu. Çünkü bir tek yalnız olduğunda gerçekten yapmak istediğini yapıyordu. Ağlayabiliyordu mesela, bağıra biliyordu, çığlık atabiliyordu. Zayıf olabiliyordu... Güçlü durmak zorunda değildi.
Birazdan yağmur yağacağını bildiği için gözyaşlarını biraz daha geride tuttu. Şimdilik, o yüzündeki maske durabilirdi. Nasıl olsa yağmur yağdığında ağladığı belli bile olmayacaktı. Bu yüzden bekledi, bekledi, bekledi ama yağmur yağmadı.
Ama onun canı yandı.
Onun geldiğini bildiği için korkmadı, sadece güçlü durmak zorundaydı. Karşısında yıkılmamalıydı. Buraya onu kırmak için geleceğini biliyordu, kırılmamalıydı. Sokağın başından görünen bedeni sarsak adımlarla yürüyordu. Adımları kızın olduğu yöne doğruydu. Ama kafası aşağı eğikti, boynu bir idam ipini geçirilecek kadar büküktü. Kız bu düşünceyle gülümsedi, çünkü acı çoktan ikisinin de boynunu dolamıştı, zaman ise saniyeler aktıkça daha çok sıkıyordu.
O an genç oğlan bunu hissetmiş gibi kafasını kaldırdı ve doğrudan kızın oturduğu pencereye baktı. Göz göze geldiler. Mahvolmuşlardı. Ama ikisi de bunu görmemeyi seçtiler.
Pencerenin altına doğru adımladı genç delikanlı, üzerine incecik bir tişört giyinmişti ve bu şehrin ince şeylere garezi vardı. Rüzgar inadına ona çarpıyor gibi kuvvetli esmeye başlarken kız yağmur yağacağını düşünerek umutlandı çünkü en çok şu an ağlamak istiyordu. Onun ela gözlerine bakarken.
"Atla." diyerek aralarındaki sessizliğe bir son verdi. Kızın konuşmayacağını anlamaya başlamıştı. Aslında çok konuştuğunu bilirdi ama böyle zamanlarda inadına susardı sanki. İçinden konuşurdu. "Öl." Dedi bu sefer. Kızın sarı saçları rüzgarla sallanıyor, sert yüz hatlarına çarpıyordu ve o yüz ifadesinden hiçbir şey çıkaramıyordu. Sadece kalbini kırmak istiyordu. Ama kendi kalbi dudakları arasından çıkan her bir sözcükte parçalanıyordu. Kalbi oydu. Kendini kırmadan nasıl onu kırabilirdi? "Ölmek istiyorsun. O zaman öl."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECENİN ORTASI
ActionBir göl kenarı. Bir de on sekizli kızın acılı sanrısı. Geçmişteki onun gelecekteki onsuz zamanları. Unuttun bile. Gece dört, adım sekiz. Acıtan ilk iz. Koş. Yokuş yukarı koş. Ama yolun sonu. Diriltirim sandın, kestiğin intihar ipinin ucundaki yaşam...