Part 1
Benim kendi kafamda sayısız düşünce ve ses olabilirdi. Her zaman olan bir durumdu. Sonra sen geldin. Ve ben kafamın içerisinde bile susmayı öğrendim. Eğer durdurabilseydim kendimi, canımı yaktığın an sustururdum seni. Eğer koruyabilseydim kendimi, ağlattığın o ilk gece düşüncelerimin arasından atardım seni. Ve eğer görebilseydim geleceği, her gülüşünde ve her bana öyle baktığında kapatırdım gözlerimi.
İçimdeki bencil tarafın gürültüsü akıl kontrolümü eline almıştı. Sessizliği duyamıyordum henüz, kafam gürültülerle doluydu. Kasım'ı kullanmamak için bir başkasına direnirken kendime yenilmiştim. Hiçbir şey olmamış gibi ona gülümsemiştim. Yalanlar hakkında konuşmuştuk, boyumun erişemeyeceği yerleri yıktığımı fark ettim. Ben kendime dur diyemedim, devam ettim. Daha çok küçükken annemle babam öldü, dedeme verildim. Şiddete uğradım, ağzımı açamadım. En çok bağırmam gereken yerde sustum, akıtmam gereken yaşları akıtmamak için kendimi susturdum. Büyüdüm, burnumun dikine gittim. Her şeyin inadına gülümsedim. Gözlerimin önünde ölüm oldu, intihar oldu. Herkes benden nefret etti. Kaçıp gittim. Hiç bilmediğim bir yerin sokaklarında dolaştım, sokaklarında yattım. Gururlu davranmak istedim, tansiyonum öldürecek bir seviyede yabancının birine muhtaç kaldım. Yaşadım ama o şehirde öldürecek çok insan vardı. Dayanamayacağım saniyeler geçirdim. Geri döndüm ve bir başka intihara izin vermedim. Belki tekrar ölecektim ama hayatımda bir kez olsun, sadece bir kez, benim sayemde biri yaşayacaktı. Ölsem bile bunun bilinciyle ölecektim.
Karşımda cümlelerini toparlamaya çalışan Sina'nın suratına baktıkça içeriden yıkıp döktüğüm bütün çerçevelerin camı daha yeni kesiyordu tenimi. İçim bir harabeye dönüşeli çok oluyordu ama sırf kalbimde o var diye koruduğum kalbim şimdi, bana ihanet ediyordu sanki. Canımı yakıyordu. "Bunu sen bana daha yeni mi söylüyorsun Sina..." Sakin olmak için zorluyordum kendimi. "Şimdi mi?"
"Dayanamıyorum artık Lal. Ne yapabilirim? Düşündükçe kafayı yiyorum. Anlamıyorum, madem bu kadar haklısın ve doğruyu söylüyorsun? Neden herkesin karşısında dikilmedin de kaçıp gittin?"
"Ben... ben..." Korktum. "Ben kaçıp gitmeliydim. Herkes bana karşıydı. Kimse yoktu yanımda. Önemli de değildi aslında bu. Çünkü ben... Benim yanımda en çok kalır diyen insan bıraktı beni, kime karşı güçlensem ne gelirdi, hep yıkmayacak mıydın beni? Sana karşı zırh bile takamıyorken beni yıkamayacak insanlara kuşansam ne fark eder? Söyle... Söyle Sina... Kalsaydım burada canımı yakmak için elinden gelen her şeyi sermez miydin?"
Sina yüzünü çevirdi ve dudaklarını birbirine bastırarak gözlerini yumdu. "Canım acıyordu, ve bunun sebebi sendin. Bir başkası değildi. İki cenaze çıkarmıştım evimden ben. Canımdan değerli iki kişi. Gömdüm onları! Toprak attım üzerlerine. Bu ne demek, sen biliyor musun?"
"Benim de canım acıyordu. Ben de üzgündüm. Ama kimsenin canını yakmak istemedim!" Son anda bağırmamla bana döndü, gözlerim sinirden dolacak gibiydi. Bu konuşmayı aklımda kaç farklı senaryoyla çevirmiştim ama hiçbiri bu kadar acıtmamıştı. "Ben kusmadım öfkemi, kırmadım birilerini. Herkes iftira attı bana, ağzımı bile açmadım. Neden? Neden biliyor musun? Dinletmem gereken kişi sendin, ama doğruyu duymak için bir tek sen kapattın kulaklarını."
Sina'nın gözünden bir damla yaş düştü. Elim silmek için hareketlenmedi bile. "Peki." Diye mırıldandı sadece.
O kadar şey bir peki ile mi bitecek? Hayır... Hayır, bu kadar olamaz. Ne olur, dinlemek istediğini söyle. İnanıyorum artık de. Ne olur? Gözlerimi onun üzerinden çektim ve yutkundum. Meyus'un sabah rüzgarları açıktaki omuzlarıma esiyordu. Arkamda kalan çadıra baktım, olduğu yerdeydi. Sina da nereye baktığımı fark ettiğinde hareketlendi konuşmak için, ona döndüm. "Kasım biliyor mu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECENİN ORTASI
ActionBir göl kenarı. Bir de on sekizli kızın acılı sanrısı. Geçmişteki onun gelecekteki onsuz zamanları. Unuttun bile. Gece dört, adım sekiz. Acıtan ilk iz. Koş. Yokuş yukarı koş. Ama yolun sonu. Diriltirim sandın, kestiğin intihar ipinin ucundaki yaşam...