3.BÖLÜM
GÖĞÜSTEKİ SANCI
Göğsünüzdeki sancı durmadan sizi eşeleyip geçmişe götürdüğünde siz de o geçmişin bir hatırası olarak sayılıyorsunuz artık. Göğsünüzdeki o sancı var ya, o ağrı, bitmek bilmeyen, anca oraya bastırıp onu çekip çıkarmak istediğinizdeki o baskıyla durduğuna inandığınız zaman ki sancı. İşte o hiç geçmeyecek. Geçti sanacaksınız, unuttum diyeceksiniz ama en küçük anda o yine orada var olacak. Bak buradayım, diyecek. Bastıracaksınız elinizi. Geçtiğine inanacaksınız. Geçmeyecek. Neden mi? Geçmişte bırakılan acı, gelecekte sancılanıyorsa, o yaradan hala kan akıyordur. Sizin hala canınız acıyordur. Ve hala o yaradan kanıyorsunuzdur.
Geçmiş, hala geçip gitmemiştir sizin üzerinizden.
Siz geçmişten kaçıp gitmişsinizdir.
Kırmızı ışıkların yüzüne vurduğu sert hatları karşımda parlarken, sorguyla bir bir suratımı inceliyordu. Akşamlar Meyus soğuk olurdu ama şu an, tam şu an onun karşısında bütün rüzgarların sadece bana vurduğunu hissettim. Kasım ciddiydi, suratında buz gibi bir ifade vardı ve yüzü bana çok yakın olmasına rağmen kılını kıpırdatmıyordu. "Eee, Feda?" dedi suskunluğumdan yararlanarak. "Gözlerini neden kapatmadığını açıklayacak mısın?"
Bir insanın en doğal halini görmek, bir başkasında nasıl bir iz bırakırdı bilmiyordum. Her ne kadar Sina hayatımdaki en yakın insan olmuş olsa da onun en doğal halini yıllara rağmen görememiştim. Ailemin doğal halini görmek için ise çok küçücüktüm. Ve bütün bunlara göre de ben hiç birinin en yalın, en gerçek halini kendi gözlerimle görememiştim. Çünkü en gerçeğimi de göstermemiştim. En büyük korkularım da bundan doğuyordu, bir insanın ben daha gerçeğini görememişken gerçeğimi göstereceğimden. Bu yüzden her zamanki gibi davrandım. Kendimden uzaklaştırdım. "Siktir git, Kasım."
Bir hışımla ayağa kalkarak merdivenlerden inecektim ki Kasım bunu hiç beklemedi ve bileğimden tutacaktı ki ben buna da izin vermeyerek çekip gittim. Müzik hala kafa ağrıtıcı derecede yüksek ve gürültülüydü. Belki de düşünmemek için en ideal olanı buydu. Kaçıp gitmekse benim idealim.
Harabeden çıkarak Meyus'un kaldırım taşlı yollarından eve doğru yürümeye başladım. Sarsak adımlarla sokaklardaki sönük sokak lambalara bakınca buraya gelmemin tam bir aptallık olduğuna inandım. "Sana zaten inanmazdı o." Dedim ağlar bir tonda. Ama ağlamazdım. Onun için bir daha ağlamayacaktım. Kendime söz vermiştim. "Sen neden kalkıp geldin ki buraya? Buraya?" Ellerimi iki yana açarak etrafa bakmaya başladım. "Buraya ya?!" Durdum ve Meyus'un tam kavşağının ortasına geçtim. Aşağıdaki göl parlıyordu, evimin sokağı sağımda, solumda ise harabeler vardı. Tam ortasındaydım. İkinci kez düşünmeden oturdum. "Mutlu musun Feda?" Mutlu muyum? "Mutlu olmayı ne zaman bıraktım ben de şimdi geri alamıyorum. Ha, söylesene. Söyle, söyle. Sen de biliyorsun." O gece. "Bak bildiğini biliyordum ama sesli bile söyleyemiyorsun değil mi? Canını acıtacağını bildiğinden söylemiyorsun." Derince bir nefes verdim ve gözlerimi aşağı inen yokuşun ucundaki yansıyan göle çevirdim. "Gitmek istiyor muyum?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECENİN ORTASI
ActionBir göl kenarı. Bir de on sekizli kızın acılı sanrısı. Geçmişteki onun gelecekteki onsuz zamanları. Unuttun bile. Gece dört, adım sekiz. Acıtan ilk iz. Koş. Yokuş yukarı koş. Ama yolun sonu. Diriltirim sandın, kestiğin intihar ipinin ucundaki yaşam...