"Biliyorsun, hepsi hemen inanıyor."Jisung uzun otların arasından zıplaya zıplaya koşarken önündeki Minho'nun adımlarına yetişmeye çalışıyordu. Minho ise hiç zorlanmıyormuş gibi büyük adımlar atıyor ve arkasındaki bedeni beklemeye tenezzül bile etmiyordu. Ama yine de söylediklerine cevap vermekten geri tutmuyordu kendini.
"Kim?"
"Yongshik ve Gunwoo'nun babası." Jisung başarılarını(!) hatırlatmak istercesine gülümserken Minho'nun önüne geçmeye çalıştı ama tam o an Minho arkasına dönüp geri geri yürümeye başlamıştı.
"Çünkü inanmak istiyorlar. Bu şekilde daha rahat bir hayat süreceklerini biliyorlar."
Minho önüne dönüp yürümeye devam ederken Jisung da başını ezdiği otlara döndürüp kısık bir sesle mırıldanmıştı. "Öyle olmalı."
"Hey." Minho adımlarını durdurduğunda kolunu arkasına uzatıp Jisung'un göğsüne yaslamıştı. Bu hareket karşısında Jisung'un da adımları durmuştu ve bakışlarını Minho'nun baktığı yere çevirmişti otlar yerine.
"Birileri posta kutusuna geliyor." Jisung'un gördüklerini basitçe açıklarken tamamen arkasındaki bedene dönmüştü bu defa. "Saklan."
Jisung kafası karışmış bir şekilde ona bakarken önce bunu neden yaptıklarını düşünmüştü. Ama tabii ki yaptıkları işin bir sır olduğundandı, neden bunu sormuştu ki kendine?
Fakat daha önemli bir soru vardı Jisung'un aklında. "Nereye?"
İkisi birlikte etraflarındaki geniş çayırı süzerken tekrar Minho'nun sesi duyuldu. "O zaman.." çapraz asılı çantasından bir tenis topu çıkarmış ve devam etmişti.
"Etrafta oyun oynayan bir çift gibi davranalım.""Ne?" Jisung Minho'yu bir çözüm arayıp çantasından topu çıkarana kadar izliyordu ve şu an öylece kalması cidden de gayet normaldi. "Bu topu da nereden çıkardın şimdi?"
Minho ondan uzaklaşıp kendine uygun bir yer ararken Jisung peşinden tekrar bağırmıştı. "Hey! Lamba cini falan mısın?"
Minho onu duymamış gibiydi. Duymuş olsa bile yani.
"Kaybedecek zamanımız yok, geliyorlar." Geçtiği noktada topu tuttuğu elini kaldırıp karşısındakine doğru fırlatmıştı. Jisung'un boyunu aşan top posta kutusunun yanına giderken az önce olanlardan beri hiçbir şeye -zaten- anlam veremeyen Jisung sinirle nefes verip Minho'ya doğru iki kolunu açmıştı açıklama bekler gibi. "Cidden, bunu gerçekten yapacak mısın yani.."
Jisung yaklaşan ikili yüzünden Minho'ya sahte bir şekilde gülümsemiş ve topun peşinden gitmişti. Çimenlerin arasına karışmış sarı topu bulmak onu biraz zorladığından bulduğu yerden geri gidecekken mektubunu bırakmaya gelen kadının işini çoktan bitirdiğini görmüştü. Aşağı yukarı yedi sekiz yaşlarındaki bir oğlanın elinden tutup geri dönüyordu. Tam Jisung'un yanından geçecekleri sırada gözleri kadının yüzüne takıldı Jisung'un, kadın geçip gidene kadar baktı uzun uzun.
Kadının gidiyor oluşunu fırsat bilen Minho Jisung'un da neden hâlâ gelmediğini merak ederek yanına geldiğinde kadına olan bakışlarını fark etmişti hemen.
"Ne oldu?" Arkaları dönük olan bedenlere bakarken yüzündeki bütün ifadeleri silinmişti Jisung'un.
"Sorun ne?" Minho dayanamayıp ona doğru eğilirken Jisung cevaplamak zorunda kalmıştı bu defa. Bakışları aynı yerde olsa bile. "O kadını tanıyorum."
"Kim?"
"Ölen sevgilimin kız arkadaşıydı."
"Ne.." Minho ne tepki vereceğini bilememişti. Dudakları şaşkınlıkla aralanırken engel olamadı aklındaki soruların orada kalmasına. "Peki ya çocuk?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
haven's postman│minsung
Fanfiction"Ne yani, bir insan değil misin? Cennete giden postaları teslim ediyorsun, öyle mi?" "Onun gibi bir şey." "Ama seni görebiliyorum." "Sadece keder içinde olan, bununla başa çıkamayan insanlara görünürüm ben. Eğer ölen yakını için hissettiği acı azalı...