14: hoşça kal

604 150 38
                                    


Adım, adım, bir adım daha.. Ne kadar süredir koştuğunu hatırlamıyordu bile Jisung. Kapıdan çıktığı an en düşük ihtimalle bir dakika içinde sırılsıklam olmuştu. Umursamadı. Caddeden caddeye koşarken önüne atladığı arabalar ona defalarca kez korna çalmış, camdan sarkıp dikkat etmesini bağıran sürücüler bile olmuştu. Ne onları duyuyordu Jisung ne de üzerinden akıp giden yağmuru hissediyordu. Sadece koşuyordu. Aklındaki yere şu an nasıl gideceğini bile bilmiyordu ama koşuyordu işte. Bir şekilde yolu bulurum diye düşünerek bütün sokaklarda tanıdık yüzü arıyordu gözleri.

Gerçi, Minho o sokaklardan birinde olsa bile görebileceği ne malûmdu ki?

Yağmur ne azalmıştı ne de azalmaya niyetli gibi duruyordu. Jisung artık dizini geçemeye başlayan otların arasına girip koşmaya devam etti. Posta kutusuna gelmişti. Yağmur yüzünden otlar üzerine yapışıyor, hızını kesiyordu ama her türlü engele rağmen koşmaya devam etti.

Yoktu. Posta kutusu da bomboştu.

Kutunun kapağını geri kapatırken etrafına bakındı Jisung. Akşam saatlerine yakın bir zamandı fakat yağmur nedeniyle etraf erkenden kararmaya başlamıştı. Kimse görünmüyordu etrafta. Alnına yapışan saçlarını geriye itti ve derin derin soluklanmaya başladı koşmaya verdiği bu küçük molada.

Beklemediği bir şey olmuştu sonra. Günler öncesi belirdi aklında, kafede Minho'yu kahve alması için zorladığı anlar.

O Minho'nun sırtına vurup ağlarken etrafında ona bakıp 'kiminle konuşuyor bu, deli mi, neden ağlıyor..' gibi sorular soran insanları hatırladı.

Başını iki yana sallayıp aklından atmaya çalıştı bu düşünceyi. Hayır, dedi kendini uyarırcasına. Hayır.

"Jisung-ah.

Benimle geçirdiğin her gün için teşekkür ederim.

Ve.. özür dilerim."

Elini ağzına kapattı Jisung, nereye gideceğini düşünüyordu ve yine koşmaya başladı yola doğru. Otları aşıp yola ulaşmak bu defa çok daha zor olmuştu, birkaç kez düşmüş ve her düşüşünde daha kuvvetli ağlamaya başlamıştı. Sesi fırtınayla yarışıyordu sanki. Yine de pes etmeden ayağa kalmış ve koşmaya devam etmişti.

"Seninleyken,

Hayat çok eğlenceliydi.

Ama şimdi bütün bunları bırakıp gitmeliyim."

Bindiği otobüsün camından dışarıya bakıyordu bomboş bir ifadeyle. Elini daha önce Minho'nun oturduğu koltuğa koydu ve kısık bir hıçkırığın boş otobüste yankılanmasına izin verdi. Yüzünden ve saçlarından damlayan sular koltuğa düşüyordu.

"Sana söylediğim şeyi unuttun mu?

Yakayı ele verdiğim zaman, bu iş biter.

Geriye dönüp bakınca bu iş sanki bir şakadan ibaretti.

Jisung-ah.

Sana daha önce söyleme fırsatım olmadı,

Ben gerçekten de zavallı biriyim.

Bir an bile tereddüt etmeden bir iş kurmuş, büyük bir servet kazanmıştım.

Ve ne yapmak istersem onu yaptım.

O zamanlar,

Hayat sadece bir oyunmuş gibi geliyordu."

"Bayım, biraz daha acele edemez misiniz?" Jisung'un seslendiği otobüs şoförü ona anlayışla başını sallarken artık istediği yerdeydi Jisung. Otobüsten iner inmez koşmaya başlamıştı bile, yine.

"Her şey bir anda altüst oldu.

Ailemi, arkadaşlarımı, hepsini bir anda kaybettim.

Etrafımdaki kızlarsa sadece parayı umursuyordu.

Bütün bunlardan bıkıp usanmıştım.

Sanırım bu en yorucu kısmıydı.

Bir gün bir kaza geçirdim.

Sanki hayatın yorucu oyunundan kaçıyormuş gibi sürüyordum arabayı.

Hayatın ne kadar kıymetli olduğunu anlayamamıştım."

Jisung adımlarını durdurdu ve karşısındaki deniz fenerine baktı. Hazır olup olmadığıyla ilgili küçük bir çatışma yaşıyordu içinde. Orada da değilse ne yapacaktı? Yumruğunu sıktı sonra ve tekrar koşmaya başladı. Kapıyı açıp basamakları inerken nefes almayı unutmuş gibiydi. Ahşap zemin Jisung'un üzerinden düşen damlalarla yıkanıyordu bu sırada.

"Ama bu işi bulduktan sonra,

Mutlu oldum. 

Seninle tanıştıktan sonra tamamen değiştim ben.

Sanki çok kıymetli bir şey bulmuş gibiydim.

Doğruyu söylüyorum.

Seninle geçirdiğim her an..

Hayatımın en güzel anlarıydı.

Birden fark ettim ki,

Başkalarına mektup yollamak yerine,

Hep kendime mektup yollamak istiyordum."

Basamaklar bittiğinde boş odada gezdi Jisung'un gözleri. Yumruklarını iyice sıktı, resmen işkence görüyordu şu an alt dudağı. Duvardaki balıkçı ağına uzandı donra. Söz verdikleri gibi üzerini çektikleri fotoğraflarla doldurmuşlardı fakat bir tuhaflık vardı. Jisung fotoğraflara yaklaştı.

Kafede çektiği fotoğrafta masada yalnızca kendisi oturuyordu.

Diğer fotoğrafta da tek başına özçekim yapmış gibiydi.

Ve bir diğerinde de. Ne Minho vardı ne de ikilinin yaslandığı posta kutusu.

Hepsi silinmişti ve Jisung bütün fotoğraflarda tek başınaydı.

Hayır, diye tekrar etti Jisung. Hayır.

"Bu yüzen bu mektubu kendi ellerimle yazmak için çok uğraştım.

Bu arada, babası ve Seungmin'in ses kaydı ile ilgili olan plan tam bir felaketti."

Hemen önündeki masaya bırakılmış mektubu fark etti Jisung. Korktuğu resmen başına gelmişti. Hâlâ damlaların süzüldüğü titrek elleriyle kavradığı mektubu açtı.

"Mektup yazmada pek iyi olmasam da,

Yine de sana duygularımı yazmak istedim.

Gerçekten istedim.

Jisung-ah,

Sana minnettarım.

Jisung-ah,

Hoşça kal."

Kağıdı tutan elleri gibi bacakları da titremeye başladığında kendini daha fazla ayakta tutamayacağını anlamıştı Jisung. Bedenini olduğu yere bırakıp bu defa fırtınayla yarışa girmeden ağlamaya başlamıştı. Kalbindeki kuvvetli acı sesini arttırırken yapacak hiçbir şeyinin olmayışı, ona ulaşabilecek hiçbir yerin kalmayışı sabrını zorlarcasına bulandırıyordu aklını.

Sesi kısılana kadar ağlamıştı o gece Jisung. Yağmur birkaç kez durup tekrar başlamıştı. Gün geceye dönmüş, gece kendini güne bırakmaya başlamıştı bile. Sesinin kısıldığını fark ettiği an daha kuvvetli ağlamıştı ve böylelikle yarışın kazananı olmuştu. Gün doğarken, mağlubiyetini kabullenen fırtına da durmuştu artık.

9.20

haven's postman│minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin