"Ah, merhaba.""Lütfen içeriye gelin."
Yarısına kadar iterek açtığı cam kapının arkasından onu karşılayan adamı başıyla selamlayıp kafeye girdi Jisung. Gergin hissediyordu ve gerginliğinin yüzünden belli olmasından korkuyordu. Gerçi bunun için çabalasa da işe yarayacağına dair herhangi bir düşüncesi yoktu.
"Kim Moon Gye, siz misiniz?" Çantasının askısını sıkıca kavrarken önümdeki adama elinden geldiğince samimi bir gülüş sunmaya çalışıyordu. Karşısındaki ondan daha başarılıydı tabii bu konuda.
"Evet, benim." Adam istemsiz bir şekilde yeleğinin iki yakasını bir araya getirmişti.
"Size söylemem gereken bir şey var."
"Nedir- ya da, isterseniz önce şöyle oyurun," hemen önlerindeki masaya kadar eşlik etmişti Jisung'a. "Size biraz kahve getireceğim, gerçekten harikadır."
İki elini engel olmak için adama uzatırken kendini mahçup hissediyordu Jisung. "Hayır, teşekkürler. Benimle gerçekten ilgilenmek zorunda değilsiniz."
Adam onu anlayışla karşılarken masalara değen gözler aklına bir fikir getirmişti. Boğazını temizledi ve Jisung'a yaklaştı. "Affedersiniz," elini ağzına siper ederken gülmemek için kendini zorluyor gibi görünüyordu. "Şuradaki adamı görüyor musunuz?"
Jisung'un bakışları adamın baktığı, dükkânın köşesindeki masa ile karşılaştığında sırtı onlara dönük bir şekilde oturan Minho'yu görmüştü. Çantası yine sandalyesinin sırtına asılıydı ve hiçbir şey yapmıyordu. Öylece oturuyordu.
Gelmişti. Onu yalnız bırakmamıştı.
"Yakışıklı olanı."
"Ah.. evet." Yüzünü şu an görmüyor olsa bile Jisung onun ne kadar yakışıklı olduğunu biliyordu.
"Sizinle tanıştığıma memnun oldum." Jisung sesini Minho'nun oturduğu masaya duyuracak kadar yüksek çıkarırken hafifçe eğilmişti bakışlarının kesiştiği Minho'ya doğru.
Sandalyesinden kalkıp ona dönerken o da Jisung'u selamlamıştı. İçinden şu an ne yaptığını sorgulasa da direndi, ses etmedi.
"Gördün mü? Sana söylemiştim. Geçen sefer söylediğin bir şakaydı, benim gibi ihtiyarlarla dalga geçmemelisin." Adam Minho'ya karşı gülerken Jisung'un omzunu sıvazlayıp kahve için ayrılacağının sinyalini vermişti. "Ama komikti."
Adam gittiğinde ikisi de öylece kalmıştı. Minho umursamazca yerine geri otururken adamı son bir kez kontrol eden Jisung sessiz olmaya özen göstererek Minho'nun masasına doğru koşmuştu.
"Teşekkürler, yine de geldin." Hafifçe Minho'nun sandalyesinin yanında eğildi Jisung. "Sana güvenebileceğimi biliyordum."
Arkadan gelen fincan sesleri duyulduğunda Jisung yerinden fırlayıp az önce adamın yönlendirdiği masanın yanına gitmişti. Minho, Jisung'a karşı olduğu gibi sessizdi şimdi de. Tamamen olası bir hayal kırıklığına karşı buradaydı. Bir anlamı var mıydı bunun bilmiyordu ama yine de gitmişti işte. Belki de son görüşlerini değerlendirmek içindi, kim bilir.
"Lütfen, buyrun."
Adam elindeki fincanlardan birini Jisung'a uzatırken sandalyeyi işaret etmişti ama Jisung oturamayacak kadar gergindi. Kahvelerinden birer yudum aldıklarında ilk konuşan yaşlı adam oldu.
"Gerçekten de enfesmiş. Minho, sen de gelsene."
"Bir dakika," Jisung Minho'nun gelmesini engellemek için adamın önüne geçtiğinde dudağını ısırmak zorunda kalmıştı söyleyeceklerinden önce. "Bu biraz karışık bir hikâye."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
haven's postman│minsung
Fanfic"Ne yani, bir insan değil misin? Cennete giden postaları teslim ediyorsun, öyle mi?" "Onun gibi bir şey." "Ama seni görebiliyorum." "Sadece keder içinde olan, bununla başa çıkamayan insanlara görünürüm ben. Eğer ölen yakını için hissettiği acı azalı...