Yaslandığı otobüs camının arkasından akıp giden ağaçları seyrediyordu Jisung. Yolun etrafında sıralanmış irili ufaklı yeşillikleri yolculuğun ilk başlarında saymayı planlamıştı ama bir yerden sonra yorulup pes etmişti. Üzerinde tanımlayamadığı bir ağırlık vardı. Ya ağaçları sormak gözleri gibi zihnini de yormuştu ya da Minho'nun üzerinde bıraktığı etki onu mayıştırmaya başlıyordu. Gerçi söz konusu şahıs hemen yanındaki koltuktayken bu etki ile başa çıkmak biraz zor olmuyor değildi, bu yüzden başını hiç o tarafa döndürmeme kararı almıştı Jisung.Minho ise tamamen farklı düşüncelere sahipti. Belki de ilk başında dedikleri gibi unutmaları gerekiyordu. Jisung'un tekrar ettiği gibi. Yine de dudakları ayrıldığında Jisung'un yüzüne serilen ve uzun zamandır orada göremediği sıcak tebessümü unutamıyordu Minho. Gerçekten gerçek hissettirmişti ve o andan sonra kimsenin pişman olacağını düşünemez olmuştu. Fakat şu anki Jisung ona tam tersini hissettiriyordu. Bu hâlini çözmek oldukça zordu çünkü. Pişman mıydı yoksa utanıyor muydu? Eğer utanıyorsa bu sahiden çok sevimli olurdu. İkinci ihtimali düşünmek bile istemediğinden gözlerini yumdu.
Yol çoktan yarılanmıştı. Jisung kapanmak üzere olan gözlerini ağaçlardan çekmeyi başardığında, aklının içini işgal eden soruların rolü büyüktü. Minho'ya döndü yavaşça. Başını koltuğa yaslamış bedenin gözleri kapalıydı ama uyumadığını anlayabiliyordu Jisung. Nefes alış hızı bile kendini ele vermişti. "Hey.."
"Bu iş günün birinde bitmeyecek mi?"
Ağır ağır açmıştı gözlerini Minho. Tamamen Jisung'un yüzündeki ifadeyi merak ettiği içindi. Karşılaştığı manzara ise pişmanlıktan çok uzaktı. Bu Minho'ya rahatlamış bir iç çektirirken başını ondan tarafa yatırdı.
"Bitecek."
"Ne zaman?"
"Yakalandığımızda."
Hiç düşünmeden cevaplamıştı Minho ve bu Jisung'un bakışlarındaki merak seviyesini arttırmış gibiydi. Bu yüzden tekrar açıklama yapma zorunluluğu hissetmişti.
"Mektupları yollayanlardan biri araştırdığında ve her şeyi elimize yüzümüze bulaştırdığımızda. O zaman. Sepetleneceğim."
"Sepetlenecek misin?" Jisung'un sorarken yüzünde beliren ifade, olacak olana şaşırmaktan farklıydı. Gerçekten anlam verememiş gibiydi.
"Sepetlenmenin ne olduğunu bilmiyor musun? Kovulacağım yani."
Gözlerini kırpıştırarak önüne dönen Jisung bariz bir şekilde utanç duymuştu fakat belli etmemek için oldukça büyük bir çaba sarfediyordu.
"Tabii ki bunun anlamını biliyorum!"
Jisung'un çırpınışlarının pek bir işe yaramadığı Minho'nun başını koridor tarafına doğru döndürmesinden belli olmuştu. Yüzündeki ifadesizlik nedeniyle canının bir şeye sıkılıp sıkılmadığını düşünmeden edememişti Jisung. Hatta, karşısındakinin pişmanlık hissettiğini düşünme sırası ona gelmişti. Bunu düşünmek istemese bile ikili için oldukça garip bir yolculuk olmuştu başından beri, kimse kimseyi çözemez olmuştu ve yol öylece devam ediyordu işte.
Bomboş otobüsün yaptığı hafif fren, öteki camlardan bakan Minho'nun aklına gelen fikirle birden ayaklanmasına neden olmuştu. "Hadi gidelim."
Oturmaya devam eden Jisung'un elini tutmuş ve kaldırmıştı onu yerinden. Sonrasında bırakmamıştı da. Jisung önünden yürüyen bedene ve iç içe olan ellerine bakarken otobüsten inmişlerdi bile. Jisung'un bunu fark ettiği söylenemezdi.
Minho daha önce büyük kitleler tarafından keşfedilmediği belli olan bir yere sürüklemişti Jisung'u. Birkaç dakikalık yürüyüşlerinin ardından ayak bastıkları dar yol beyaz bir deniz fenerine ulaşıyordu. Etraflarında okyanus ve kayalıktan başka bir şey olduğu da söylenemezdi. Minho'nun ardından yürüyen Jisung bu sakinliğe tutulmuştu anında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
haven's postman│minsung
Fanfic"Ne yani, bir insan değil misin? Cennete giden postaları teslim ediyorsun, öyle mi?" "Onun gibi bir şey." "Ama seni görebiliyorum." "Sadece keder içinde olan, bununla başa çıkamayan insanlara görünürüm ben. Eğer ölen yakını için hissettiği acı azalı...