Demlikteki kahve sıcak suya karışıp içinde çözünürken etrafa yayılan taze koku ile anında mest olmuştu yaşlı adam. Elindekini bir kenara bırakıp kahvenin suya karışmasını izledi bir süre. Bu sabır dolu saniyeler enfes görünen bir fincan kahveyle sonuçlanmıştı. Adam elindeki fincanı tabağından dikkatlice tutarken mekânındaki masalardan birine oturmuştu bile. Arkasını yaslanıp kahvesini yudumlayacağı an çarprazında dikilen genç adamı fark etti."Ah, ne zaman geldiniz?"
"Beni görebiliyor musunuz?"
Minho çekingence sorduğu soru karşısında yaşlı adamdan anlam veremez bakışlar kazanmıştı. "Efendim?"
"İçecek bir şeyler alır mısınız?"
Adamın konu üzerinde durmayışını fırsat bilmişti Minho, kibar teklifine ise karşı koyabilecek gibi değildi. "Kahve lütfen, sade olsun."
"Tabii."
Adam masadan kalkıp tezgâha doğru gideceği an Minho etrafa bakınmaya başlamıştı. Diğer kafelerden çok farklıydı burası. Duvarlardaki geniş tablolar sayesinde daha çok bir sergi alanına benziyordu. "Rahatsız ettiğim için üzgünüm ama etrafa bakabilir miyim?"
Merakına yenik düşmüş Minho'yu samimi bir şekilde onayladı adam. "Elbette, siz etrafa bakarken ben de kahvenizi hazırlayayım."
"Teşekkürler."
Adam tezgâhının başına dönerken Minho boş masaların başında asılı olan tabloları incelemeye başlamıştı. Farklı renklerde, farklı şekillerde fakat hepsi gökyüzü fotoğraflarıydı. Günün her saatini barındıran karelerin olduğuna emindi Minho. Renk ve bulutların şekilleri buna işaret ediyor gibiydi.
Birkaç dakika içinde elinde fincanla dönerken -kısa sürmüştü çünkü adam kendisi için biraz fazla kahve yapmıştı- az önce kendi fincanını koyduğu masaya bıraktı Minho'nun kahvesini de.
Minho dikkatini adama verip karşısına oturmuştu. Bunu sorun etmeyecekti çünkü adam epey sıcak ve samimi bir tipti. Ve masada fincanlardan başka dikkatini çeken başka bir şey daha olmuştu. Bir albüm. Fincanından bir yudum alırken karşısındaki adamdan aldığı izinle albümü incelemeye başlamıştı. Aynı gökyüzü fotoğrafları burada da vardı. Fakat kat kat fazlası.
"Sadece gökyüzü var."
"Evet, neredeyse bütün hayatımı bunları çekmekle geçirdim."
Minho aldığı cevap karşılığında şaşırsa da gözlerini albümden ayırmadı ve sayfaları çevirmeye devam etti. "Bu fotoğrafları çekmeye ne zaman başladınız?"
"Aşağı yukarı yedi sekiz yıl oldu."
"Gökyüzünü seviyor olmalısınız."
"Aslında.. ben değil de, oğlum çok severdi. Sürekli gökyüzünün fotoğraflarını çekerdi." Önündeki fincanda olan bakışlarını ona bakan Minho'ya çevirdi yaşlı adam. "Oğlum vefat etti."
Minho hayal kırıklığına uğramış bir iç çekerken aynı zamanda suçluluk da hissediyordu. Şimdi neden yedi sekiz yıllık bir zamanı 'neredeyse tüm hayatım' olarak kalıplaştırdığını daha iyi anlıyordu. Konusunu hiç açmamış olmayı dilemişti Minho, ama olan olmuştu. Gerçi, karşısındaki bundan şikâyetçi değilmiş gibi devam ediyordu cümlelerine.
"Pek mantıklı değil ama onun sevdiği şeyi yapmaya devam ediyorum sanırım. Tanrı'm, bu kulağa komik geliyor.."
Adam cünlesinin sonuna doğru gülmeye başladığında Minho çekingence başını öne eğmişti. Bir özür dilemeye bile çekinir hâldeydi şu an.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
haven's postman│minsung
Fanfiction"Ne yani, bir insan değil misin? Cennete giden postaları teslim ediyorsun, öyle mi?" "Onun gibi bir şey." "Ama seni görebiliyorum." "Sadece keder içinde olan, bununla başa çıkamayan insanlara görünürüm ben. Eğer ölen yakını için hissettiği acı azalı...