"Jisung-ah, özür dilerim." Orta yaşlı adam Jisung'un masasının önünde ona doğru eğilip ilgilendiği belgelere olan odağını bozduğu için özür dilemişti. "Acaba bunları postaneye götürebilir misin? Sonra görüşeceğiz."Jisung çalıştığı yerde ondan daha yetkili olan adamın karşısında oturduğu yerde eğilmiş ve ona uzattığı dosyaları kucaklamıştı.
"Elbette, efendim."
Montunu ve atkısını üzerine geçirdiği gibi kucakladığı dosyalarla birlikte postanenin yolunu tuttu. Fakat bunlar o kadar fazlaydı ki, hâlâ bir araba alamayışına lanet ediyordu Jisung.
Vardığı postane olabilecek en kalabalık hâlindeydi. Yılbaşı yaklaşmıştı ve insanlar uzaktaki sevdiklerine mektuplar göndermek için postaneleri doldurmuştu. Tabii aralarda Jisung gibi getir götür işlerini yapan şirket çalışanları da vardı, dosyalarla boğuşan yani.
Jisung'un elindekileri bir masanın kenarına koyup hepsini düzene sokma çabası, bütün dosyaların kayıp yere saçılmasıyla sonuçlanmıştı. Gürültü yüzünden etraftaki kalabalık bakışlar ona dönerken sesli bir iç çekmiş ve alnındaki saçları sinirle karıştırıp yere eğilmişti. Onunla birlikte eğilen bir adam uzağa kaymış iki üç dosyayı toplayıp Jisung ile birlikte doğrulduğunda elindekileri ona uzatmıştı. Jisung teşekkür etmeye yeltenecekken adam ona gülümsemiş ve sırtını dönüp standın arkasındaki görevliye bir şeyler söylemeye başlamıştı. O an Jisung'un yüzündeki gülümsemeyi donduracak bir ses yankılandı kafasında.
Bir hayalet.
"Hayalet mi?"
Görevli ile konuşan adam arkasını dönüp Jisung'a yeniden yaklaşmıştı. "Sıra numaranızı aldınız mı?"
"Ah, unutmuşum.." Jisung çekingence gülümseyerek ensesindeki saçları taramaya başlarken güler yüzlü adam tekrar yanından ayrılmış ve fiş kesen makineden birkaç saniye içinde aldığı sıra numarası ile geri dönmüştü. "Benim tutmamı ister misin?"
Adamın uzattığı fişe mahçup bir ifadeyle bakan Jisung kendini zorlayarak gülümsemiş ve fişi almıştı. "Teşekkür ederim."
Adam gülümseyerek eğildiğinde Jisung şaşkın bakışlarına kurban gittiği için karşılık verememişti bile. Adam da eğilişinin peşinden yanından ayrılmıştı zaten.
Jisung birkaç saniye olduğu yerde kaldı. Kalbi neden bu kadar hızlı çarpıyordu?
Kendime engel olamadan postanede kaybolan adamın peşinden dışarıya attı kendini. Gerçi çıktığını bile görmemişti ama yine de caddede onu aramaya devam etti. Eli boş bir şekilde geri döndüğünde ise kapının yanına kurulmuş olan yılbaşı ağacının önünde görmüştü adamı.
Jisung yanına bomboş bir ifadeyle ilerlediğinde gözlerinde yüklü olan anlamı etraftaki kimse anlayamayacağı için şanslı hissediyordu. Üzerindeki bakışları hisseden adam bunu fark ederek ona dönmüştü.
"Daha önce karşılaştık mı?"
"Bir yerlerde.. neredeydi?"
Adam ellerini cebine sokarken dudaklarının iki yana kıvrılmasına izin verdi.
"Mesela, rüyâlarımda."
Jisung'un ifadesi artık bomboş değildi fakat bunu fark edecek olan yine sadece tek bir kişi vardı. Adam devam etti.
"Çayırlarla dolu bir yerde. Bir de.. posta kutusu. Çayırların içindeki posta kutusunun yanında."
"Şehrin göbeğindeki kafede."
"Otobüste."
"Deniz fenerinde."
"Çayıra yakın kahve dükkânında. Ve daha bir sürü şey."
"Haklısın." Gülümseyerek birbirini onaylayan cevaplarının sonunu getirmişti Jisung.
İkisi de başlarını eğip gülümsediler. Mutlulukları gözlerinden okunuyordu resmen, sadece birbiri anladılar birbirlerini.
Jisung elini uzatarak adamın üzerindeki cekete dokundu. Sonra dokunduğu yerden destek alarak kendini adamın göğsüne yapıştırmıştı. Elleri ceplerinde olan adamın kolları altından dolanıp belini sarmış ve başını göğsüne gömmüştü. Yüzü şekilden şekile giriyordu hissettikleri sayesinde.
Sıkı tutuşu karşısında adam kollarından birini tutup engel olmaya çalışmıştı ona. "Etraftaki insanlar bize bakıyor. Postanedeyiz."
Duymadı onu ve kollarını daha çok sıktı Jisung.
"Ama sen ölüydün.."
"Geri döndüm. Jisung-ah sayesinde."
Jisung başı hâlâ yaslandığı göğsün üzerindeyken yanağının mutluluk gözyaşlarıyla ıslanmasına izin vermişti. Kollarını sardığı yerden çekip boynuna dolamıştı karşısındakinin. Parmakları ensesindeki saçların arasına girmiş ve onu daha çok kendine bastırmıştı. Gitmesinden korkarcasına.
Fakat bu defa hiçbir yere gitmedi Minho. Gidemedi. Boynuna sıkı sıkıya sarılmış bedenin beline en az onun kadar sıkı sarılırken etraftaki kimseyi umursamıyordu. Kaldı ki etraftaki kalabalık da işlerini bırakmış ve mutluluk saçan bu manzara karşısında mest olmaya koyulmuştu.
Kaç dakika boyunca o şekilde kaldıklarını kimse sayamamıştı. Jisung Minho'nun saçlarını okşamış, huzurun getirisi incilerle omzunu ıslatmıştı. Minho ise eğilip boynuna birkaç buse bıraktığı bedeni 'bir daha gitmek yok' dercesine sıkı sarmıştı.
Tazelenmiş hissettiler. İkisi de yeniden doğmuş gibiydi. Hem bundan sonraki hayatları hem de aşkları tazelenmişti.
8.05
ŞİMDİ OKUDUĞUN
haven's postman│minsung
Fanfiction"Ne yani, bir insan değil misin? Cennete giden postaları teslim ediyorsun, öyle mi?" "Onun gibi bir şey." "Ama seni görebiliyorum." "Sadece keder içinde olan, bununla başa çıkamayan insanlara görünürüm ben. Eğer ölen yakını için hissettiği acı azalı...