"Baba, ilaçlarını aldın mı?""Şimdi alıyorum."
Genç kadını yanıtladıktan sonra az önce doldurduğu bardağı başına dikti yaşlı adam. Poşetinden çıkardığı bir dolu kutuya bakıyordu. Salonu süpürürken babasının derin bakışlarını gören kadın makineyi kapatıp babasının yanına oturmuştu.
"Biliyorum bunu sana söylemek biraz tuhaf ama.. Annem öleli tam üç ay oldu."
"Biliyorum."
"Böyle üzülmeye devam ettiğin sürece senin için endişeleniyorum. Lütfen bugün geç kalma, Gunwoo birazdan burada olur. Akşam yemeğini birlikte yiyelim."
"Pek âlâ."
Kadın dizlerine koyduğu ellerini birbirine geçirdi, bakışları sadece onlarda dolanıyordu artık. "Son zamanlarda oldukça üzgün göründüğünden senin için endişeleniyor."
Adam bezgince kutulardan birkaçını poşete koyarken duydukları onu biraz bile tatmin etmemiş gibi konuştu. "Seksen yaşındaki ihtiyar babası için endişelenmemeli." Bütün kutuları kaldırdıktan sonra bardağında kalan suyun da tamamını içmişti. "Gidip biraz satranç oynayacağım, yemekten sonra da yürüyüş yaparım."
"Peki, baba."
Kadın tekrar başını eğerken yaşlı adam yerinden kalkıp kapıya doğru ilerledi. Fakat konsolun üzerinde cüzdanını ararken başka bir şey takılmıştı gözüne. Üç ay önce kaybettiği eşinin çerçevelenmiş fotoğrafı. Yüzüne bir anda düşen gülümseme kalbini hızlandırırken kendini durdurması gerektiğini fark edip cüzdanını aramaya devam etti. Bulup dışarıya çıktığında ise yol boyu aklında dolananlar son üç aydır onu pek de şaşırtmayan şeylerdi.
"Canım, nasıl benden önce gidersin?
Ölümünden sonra içimdeki yaşama arzusu yok olup gitti.
Doğruyu söylemek gerekirse, korkunç bir şey öğrendim.
Eşyalarını düzenlerken, tanımadığım bir adamdan gelen aşk mektubu buldum.
Belki de, sen de o adama gönlünü kaptırmıştın.
Belki de, o adamdan bir de çocuğun oldu?
Bunu düşünmekten uyuyamaz oldum.."
⋆
"Hey."
İlk seslenişinde cevap vermeyen Jisung'a tekrar seslenmek zorunda kalmıştı Minho. "Oradaki." Karşısında el işlemeli mektubu yüzüne kapatmış iç çekiyordu Jisung sadece.
"Yağmur.. Yağmur yağdığında kardeşi cennette yalnız olduğu için ağladığından korkuyor." Mektubu biraz indirerek konuştuğundan, açıkta kalan gözlerini silme gereği duymuştu ama sesi onu ele vermişti bile. Minho onu ağlarken görmeye dayanamıyordu, dişlerini sıktı. Peşinden sıkıntılı bir iç çekmişti.
"Küçük kardeşi için mi?"
"On yaşındaki erkek kardeşini kaybeden bir abladan.. Bak," tekrar iç çekerken mektubu bırakmış ve az önce zarfından çıkardığı oyun kartlarını eline alıp Minho'ya göstermişti. "Zarfın içinde sihirli kartlar bile var, kardeşi hayatı boyunca bunlardan istemiş."
Jisung'un sesi titredikçe içinde bir acı hissediyordu Minho. Buna bir şekilde engel olması gerekiyordu fakat nasıl yapabileceğine dair bir fikri yoktu şu an. Fiziksel bir şey yapacak kadar yakın da değillerdi zaten. "Ağlama!" diye uyardı onu sadece. Elindeki mektubu aldı sonra. "Ağlamamalısın. Yapmamız gereken şey aralarındaki uygunsuz mektupları bulup gerisini teslim etmek."
Minho kararlı bir şekilde konuşurken Jisung onun tüm bu mektuplara nasıl bu kadar duygusuzca yaklaştığını düşünüp kaşlarını çatmıştı kendi kendine. Kendisi bu kadar hassas davranırken onun için sıradan cümleler olmaları sinirini bozuyordu. Acaba duygusal olarak yoğun bir dönemde olduğum için abartıyor muyum, diye düşündü bir an Jisung. Ama hemen vazgeçti bu düşünceden. Kim olursa olsun üzülürdü bu cümlelere ona kalsa.
Gözlerini iyice silip yanındaki pencereden dışarıdaki kalabalığa bakarken kaşları hâlâ çatıktı. Patlayacak açık arıyordu ve karşısındaki kalabalık önüne sunulmuş koca bir nedendi resmen. "Neden buradayız ki zaten? Bunun kutsal bir iş olduğunu söylemiştin. Neden şehrin göbeğindeki bu kafe?"
"Çünkü, bilirsin. Bazen insanların içine karışmak istiyorum işte." Son cümlesini sırıtarak kurduğundan dalga geçer gibi bir hâle bürünmüştü Minho. Ama Jisung bundan pek etkilenmiş gibi görünmüyordu.
"İstiyorum işteymiş. Küçük bir bebek gibi konuşsan bile hiç tatlı değilsin."
"Tamam, gelecek sefer seni birinci sınıf bir kafeye götüreceğim." Minho, çatık kaşlı bedene iddiayla salladığı zarfa baktı. Ne yapıyordu böyle? Neyi tartışıyorlardı ki? Sinirleri bozulmuşçasına güldü cümlesini kurmadan önce.
"Bu arada, şu an bir randevuda değiliz."
Karşısındakinin kurduğu cümleyle kan beynine sıçramışcasına gülmüştü Jisung da. "Hah! Benden hoşlanmayı düşünme bile. İnsan değilsin bir kere, hayalet!"
Minho'nun gülüşü silinirken cümlesini düzeltme ihtiyacıyla öne atılmıştı. "Sana hayalet olmadığımı söyledim ya." Sesi biraz sert çıkmıştı ve bunu kendisi de beklemiyordu. Karşısında ona geri çekilerek karşılık veren Jisung'u görünce anında pişman oldu. Başını iki yana salladı. "Her neyse, her neyse."
Elindeki zarfı Jisung'a uzattı. "Bu senin ilk görevin. Doğru düzgün bir maaş almak istiyorsan işini doğru düzgün yap." Tekrar ağlamaması ve mekân gibi detaylara takılmaması için uyarıda bulunuyordu aslında. Tabii Jisung anlarsa.
"Yapacağım tabii ki."
3.03
ŞİMDİ OKUDUĞUN
haven's postman│minsung
Fanfic"Ne yani, bir insan değil misin? Cennete giden postaları teslim ediyorsun, öyle mi?" "Onun gibi bir şey." "Ama seni görebiliyorum." "Sadece keder içinde olan, bununla başa çıkamayan insanlara görünürüm ben. Eğer ölen yakını için hissettiği acı azalı...