Bedenim sarsılırken Arslan'ı duyuyordum. Ben nefes alamazken, o oradaydı. Bana seslenişi kulağımdaydı, sonra yitip gidişini, saniyeler sonra geri dönüşünü ama bu sefer araba sesine eşlik eden küfürler dolu sesini duyuyordum. Aralarda bana da sesleniyordu. Bu sırada ben ne mi hissediyordum? Bunun için uygun tek bir kelime vardı; ölüyordum.
Göğüs kafesimin altında atan kalbim kemikleri kıracak kadar hızlıydı. Damalarımı daraltan, kalbimi kasan ve en sonunda beni nefessiz bırakan aşık olduğum adrenalindi. Beni hayata bağladığına inandığım şey hayatımı elimden alıyordu.
Aralıksız kasılan kaslarım bedenimi titretirken hissettiğim tek şey korkuydu. Adrenalin heyecan getirmiyordu artık, hatırlamasam bile kendi kusmuğumda boğulmamı sağlarken beni, bende yapmıyordu.
Kelimenin tam anlamı ile ölüyordum. Arslan on dakika geç uyansa ya da biraz daha fazla doz alsam gözlerini cesedime açardı.
Kaslarım beni, ben karanlık bilinçsizliğin kollarındayken rahat bırakmıştı. Bunun için gözümü açabildiğim ilk anda oldukça şaşırmıştım. Bilincimi yitirdiğim sırada ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama nefes bile aldırmayacak kadar zorlayan kaslarımın beni ölüm katılığına sokmasını ve asla açılmamasını beklemiştim.
Gözlerimi açabildiğim ilk anda Arslan'ı gördüm ama sesini duyamıyordum. Ona iyi olduğumu fısıldamak, alay etmek ya da sadece rahatça nefes almak isterdim ama yapabildiğim tek şey baygın gözlerle ona bakmaktı. Bu bile birkaç saniye sürdü. Nerede olduğumu, midemdeki ağrıyı ve başımdaki ışıkları çözecek zamanım olmadı ama kıpırdayamadığım için felç geçirdiğimi sandığım iki dakikam oldu. Bu bilincimi yitirmeden önceki iki dakikaydı. Saf dehşet ve korkuyu tattığım bu iki dakikada bedenimde hareket eden tek şey göz yaşımken öylece Arslan'a bakmış ve sonra yine karanlığa gitmiştim.
Bedenim bana yeterince eziyet etmiyormuş gibi karanlık da bana annemi geri getiriyordu. Ona yalvarmayı on dört yaşında bırakmıştım ama karanlık bana anılarımı değiştirerek getiriyordu. O yine kendisi gibiydi ama ben şu anki halimle karşısındaydım.
Küçükken her şey için onu suçlardım. Onun alkol alışkanlıkları beni ve kardeşimi bu hale sokmuştu. Daha sekiz yaşında onun için adamlara anlaşırdım. Kardeşimi daha beşindeyken satmıştı. Eve geri dönmesi için onu alan ailenin evini yakmıştım. O zamanlar beni döverken gülüyordum. Değişmeyen tek şey buydu. Onu görsem yine suratına gülerdim. Benden daha kötü bir haldeydi ama parasını çalıp uyuşturucu almamam için beni eve kapatıyordu.
"Onu sen öldürdün." Demişti kardeşimin ardından. Silah benim elimdeyken baya cesur sözlerdi bunlar.
Uyanmayı en çok onu görmemek için istedim ama gözlerim açıldığında geri kapanması fikri pek de kötü gelmedi.
Hastanede uyanmayı beklerdim ya da bir yatakta, başımda Arslan'la uyanmayı olası bulurdum ama uyandığımda ne Arslan vardı ne de hastane. Olan tek şey kadim dostum iplerdi. Beni yatağa bağlamıştı. Buna gülebilirdim tabii deli gibi ağrı çekmiyor olsaydım.
"Arslan..." Sesim çatlayarak çıktı. Benim bile duyamayacağım kadar kısıktı.
Göz kapaklarım tonlarca kiloluymuş gibi hissettiriyordu. Nefes verirken göğsümden yükselen hırıltıyı duyabiliyordum. Oynatmaya çalıştığım uzuvlarım bağlardan değil, güçsüzlükten hareket edemiyordu.
Beni inciten ağrılar değildi, yalnızdım. Korkuyordum, o kadar çok korkuyordum ki nefes bile aldırmıyordu bu. Anılarım üzerime oturmuştu. Ağırlığın altında eziliyordum. Gerçek ağırlıklar kemiklerimi toz ederdi ama canımı bu kadar yakamazdı.
Kalbim bedenime kan değil de ateş pompalıyor gibiydi. Yanıyordum, cayır cayır pişmanlık ateşinde yanıyordum. Geri dönemeyecek kadar ileri gitmiştim. Hiçbir korku beni durduramazdı. Hala katilimi istiyordum çünkü biliyordum ki o olmazsa ateş asla sönmeyecekti.
Düşünemiyordum, sadece hissediyordum. Yeniden acı çekiyordum, içime gömdüğüm her şey kalbimden taşıyordu. Kapıları tutacak hiçbir şey yoktu. Kapıları kapalı tutmaya çalışırken o kadar çok ileri gitmiştim ki korkuyu yok etmesini beklediğim her şey daha büyük bir korku vermişti.
Kalbimden çıkan ateş göz yaşlarına dönüşerek bedenimi terk etti ve ben ellerimi kaldırıp onları silemedim bile. Arslan beni hatalarımın bedeli olarak bağlamış olmalıydı. Kendimi öldürmemden korkuyordu ama elimden aldığı bir defalık ölümken bana bıraktığı yüzleştiğim duyguların beni onlarca defa öldürmesiydi. Bunun için nefret ettim ondan. Boğazım parçalanana, kalbim, geçmişim ve duygularım dışarı akana kadar bağırdım.
Açılan kapı bana Arslan'ı getirdiğinde bile durmadım. O bana sarılırken nefretim hala kalbimdeydi ama karşı koymadım ona. Yalnızlık ondan daha öldürücüydü. Kolları huzur vermeyecekti ama acımı paylaşabilirdi. Bana yapabileceği tek iyilik buydu.
Kollarında bilincimi tekrar yitirene kadar bütün çığlıklara ve kasılmalara rağmen yanımdan ayrılmadı. Başımı, göğsünde tutarken eli saçımdan ayrılmadı. Beni temsil ettiğini düşündüğüm mavi saçlarıma, griliğini bulaştırmak için çabaladı. Normal olmamı istiyordu, normal beni sevmek istiyordu. Yaşamamı istiyordu ama istediği her şey imkansızdı. Ben kurtarılabilecek bir ruh değildim, o da tanrı değildi. Ben araftaydım o da cesedimi ölüler dünyasına taşıyordu.
Bu bölüm öncekilerde olan eğlenceyi barındırmıyor çünkü yoksunluk eğlenceli değil. Kurgunun kararan kısımlarındayız ama gün yüzüne çıkacağız. Doruk'un aşması gereken şeyler var. Ayrıca yazarların yeteneklerini böyle zamanlarda yazdıkları duygu geçişlerinden anlarsınız. ;) (azıcık ego)
Bazı okuyucularımı başka yazarların duvarında görüyorum ama bana yorum bile yapmıyorlar. Hatta bazen oy bile atmıyorlar. Kalbim çıt, göz yaşım pıt :(
Biraz daha böyle yaparsanız Doruk'un omzunda ağlayacağım.
-Lisa
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rehine - BxB
ActionYarın dönemeyeceğim çünkü şeytan, bir iblisini bana ayırdı. Uyarı!!! Madde kullanımı ve +18 unsurlar içermektedir. Yaşı küçük okuyucular için uygun değildir!!!