- the curse of march 27
büyük bir baş ağrısıyla ve silik bir hafızayla uyanmak garip bir durumdu. yeniden doğmak gibiydi; uyandığın dünya, bulunduğun durum sana çok yabancı geliyor, seni büyük bir sorgulama zorunluluğuna sürüklüyordu. düşünülenlerin ilki ve belki de en saçması 'burası da neresi?' sorusu olabilirdi, çünkü beyninin normal bir durumda uyandığın herhangi bir yerde sana yönelteceği türden bir soru değildi. yerim'in beyninin sorguladığı ilk saçma şey, yanında uyuyan bedeni uzunca bir şekilde bomboş izlemesine sebep oluyordu.
ikinci saçma soru belki de, 'neler oluyor?' olabilirdi. 'neden yarı çıplak bir şekilde, bu kızın yanındayım?'
sorgulama süreci uzadıkça beynine giren sancı artıyordu ve yavaşça hatırladığı sahneler onu paniğe sokuyordu. dün sabah yaşadığı yüzleşme onu fazlasıyla dağıtmıştı ve tamamen dağılmak için de sooyoung'a gelmek istemişti. fakat daha sonra...
hatırladıkları dudaklarını dişlemesine sebep olurken yanındaki bedeni uyandırmamaya dikkat ederek yataktan kalktı ve odada bir süre gergince tişörtünü aradı. hala sarhoştu ve oda karanlıktı çünkü saat gecenin ikisiydi ayrıca panik halindeydi. bu yüzden bir sonuca ulaşmayan aramaları salona kadar ulaşırken koltuktaki birbirine girmiş tişörtlerden kendisine ait olanı sonunda fark etmişti.
doğruca oraya yönelip aceleyle giyindi ve daha sonra evden ayrıldı. kendini çok garip hissediyordu. çünkü yerim'e göre bağlanmak her şeydi. birini sevmek, aşık olmak, aile olmak onun için çok önemliydi ve kendini lalisa'ya ihanet etmiş gibi hissetmesine engel olamamıştı.
ilk öpücüğünü her zaman onunla hayal etmişti. ilk kez böyle bir duyguyu onunla yaşamıştı. son birkaç yıldır kendine koyduğu bu katı kuralları sarhoşken bir gecede mahvettiğine inanamıyordu.
bunun yanında bir de sooyoung'a yaptığı şey vardı, edinmek üzere olduğu tek arkadaşına... büyük bir utanç duyuyordu. belki de yalnız olmayı hak ediyordu. hayatında mahvetmediği ne kalmıştı ki?
aşkı harap olmuştu; var olan tek arkadaşını birkaç dakika, ailesini ise birkaç yıl önce kaybetmişti.
ne zaman düzelecekti her şey?
evine geldiğinde kafası çok doluydu. kendisini banyoya atarken suçlamalarından da vazgeçmiyordu. öyle karanlık bi dünyaya, öyle koyu bir çamura bulanıyordu ki... buna ne engel olabiliyor, ne de karşı koyuyordu.
bunalım ve depresyon her yerdeydi. günlerce içmek, unutmak veya yok olmak istiyordu. üzerinden akan sıcak suya karışmak ve tamamen buharlaşmak istiyordu. hiçbir şeye sahip değilken her şeyi kaybetmek çok zordu.
hayat çok acımasız ve bomboştu. acı doluydu. bu zamana kadar nasıl bu kadar hayat doluydu anlayamıyordu. şimdi ise vücudundaki hayat tamamen çekilmişti. hayatın tek gerçeği buydu işte, bu aptal kafayla fark edemediği tek gerçeği düşündükçe daha iyi anlıyordu.
hayat sana yaşaman için hiçbir koşulu sağlamıyordu. ölümün yaşanmadığı her gün daha eziyetli geliyordu ve doğal bir şekilde gelmese bile seni oraya kadar götürmeyi amaçlıyordu.
ölüm gerçekten her gün seni bekliyordu ve hayat seni sırtından durmadan oraya itekliyordu.
hıçkıra hıçkıra ağladığı banyoda suyu kapattığında hıçkırıklarına da son vermişti. ıslak bedeniyle bomboş bir şekilde zemini izlerken, yanaklarının kurumasına asla izin vermeyen gözleri bayıktı. kendine gelmeyi denediği birkaç dakika boyunca vücudundaki titremeleri dinlemiş, göz yaşlarını silmek için hiç uğraşmamış ve dişlerini sıkmayı bırakmıştı. en sonunda ayağa kalkmaya yeltendiğindeyse bir iki kere yalpalaması gerekmişti.
![](https://img.wattpad.com/cover/202416644-288-k855539.jpg)