- salvation from curse
"let me sleep. i am tired of my grief. and i would like you to love me, to love me, to love me."
(winter aid- the wisp sings)hayat gerçekten insanlarla oyun oynamayı seviyordu. acı çektirmeyi, hayal kırıklıklarıyla sınamayı, hiç tahmin bile edemeyeceğin durumlar yaşatarak şaşırtmayı... seni önce bütün acıları üzerinde deneyerek delirtiyor, daha sonra sana küçücük bir umut ışığı gösteriyordu. delirdiğin için o ışığın gerçek mi yoksa sadece bir oyun mu olduğunu kestiremiyor, o umuda kendini teslim edip mutlu olamıyordun. sonra hayat seni yine de yanıltmıyor ve sana ucundan gösterdiği o mutluluğu ağız tadıyla yaşatmıyordu. hayatın sınavı böyle işliyordu ve gerçekten hassas bir insansan, delirmeni de böylece kolaylaştırıyordu.
lalisa'nın kendini bu kez tamamen ayıkken bulduğu yatakta yaşadığı şey de buydu. hayatı boyunca tahmin edemeyeceği bir gerçekle -bir duyguyla, ya da durumla- karşılaştığı an o andı. bu zamana kadar yaşadığı her şey acılar ve acıları bastıracak sahte arzulardan oluşuyordu. şimdi o gerçek arzuyu yanında tuhaf bir hafiflikle yaşadığı bu gecede onu huzursuz eden şey tam olarak hayatın ona gösterdiği o cılız umut ışığıydı. göz kamaştırıcıydı, gerçekmiş gibi hissettiriyordu ama lalisa bütün bu zaman boyunca çektiği acıyı görmezden gelip o cılız ışığa bel bağlayamıyordu.
omzunda huzurlu bir uykuya dalan bu kıza önceden olduğu gibi kendini bırakamıyordu. yaralarını iyileştirsin diye eskiden olduğu gibi hep ona koşamazdı artık. çünkü ortada sarılabilecek bile bir yara kalmamıştı, lalisa artık vücudunu saran o sulu uyuşturucu yaralarından ibaretti.
bu yüzden çocukluk aşkının omzunda geçirdiği o huzurlu uykuya inat beynini yiyen düşüncelerle tavanı seyrettiği onca vakitten sonra yavaşça yataktan ayrılmıştı. uyuşturucunun etkisindeki kızın kolay kolay uyanmayacağını bildiğinden tek tek, beyninde eksilmeyen düşüncelerle acı içinde kıvranarak üzerine geçirdi gecenin başında arzuyla çıkardığı kıyafetlerini. düşüncelerini susturmanın bir yolunu biliyordu, zaten ilk geliş nedeni de en başından bu yoldu eğer daha da acıya bulamasaydı zihnini o gece. bundan dolayı çekmeceden aldığı paketle birlikte evi tamamen terk ettiğinde de nereye gittiğini ancak tanıdık ama, artık daha çok yabancı gelen o aralık kapıya bakakaldığında anladı.
yıllardır evi sandığı fakat hayatını zindana çeviren yıkıntıya bakıyordu. kendi hayatına, geçmişine. aralık kapıdan sızan bedeni, sürüklendiği bu evden kopamayacağını kabullenir bir haldeydi. bu evden, bu lanetten, karşısında tavana asılı bedeni gördüğü anda göğsüne yayılan bu sonsuz acıdan kurtulması mümkün bile değildi. çünkü lalisa bu yıkık dökük evden, bitmek bilmez bir acıdan ibaretti. mahkumdu, tutsaktı. kendisini özgürlüğe kavuşturan annesinin aksine başından beri buna cesaret edemeyecek kadar korkaktı.
fakat buna şaşırmamalıydı. bu evde böyle büyük bir kaybı göğüslemeye layık bir tek o vardı. annesinin dilinden düşürmediği laneti, yine onun sonu olmuştu ve lalisa'nınkini de getirmeye çok hevesliydi. çünkü bu acıyı tek bir yaş dökmeden, çığlık bile atamadan yere çökerek kabullenen bedenin başka hiçbir çıkmazı kalmamıştı. hayatın jennie'nin yanındayken gösterdiği cılız ışığın o gözlerini kamaştırıcı güzelliği şimdi boğazına yumru olmuş, bütün hayati fonksiyonlarını kısıtlar vaziyete getirmişti.
ağzından acı dolu bir nefes sesi çıkararak yine de o ışığa tutunmaya çalıştığında, daha büyük bir acıyla kavrulan göğsü hiçbir yaşama umudu beslemeden kuru kuru inip kalktığında lalisa da vazgeçmişti zaten. bu yüzden vücudunun bu acıya son verebilecek herhangi bir şeyi yapmabilmesine yetecek kadar hareket edebilen vücudunu elindeki pakete yönlendirdiğinde yorgun bedenini de arkasındaki duvada yaslayabilmişti.