Alaz
Beni çok iyi tanımadığından sözlerinin ve hareketlerinin satır aralarına gizlediği anlamları okumakta zorlanmadığımı tahmin etmiyordu. Ancak onu yıllar sonra eve geldiği ilk anda okumuştum. Adım adım yaklaşmam, kokusunu içime çekmem, gözlerine bakmam onda da bir şeyleri canlandırmıştı. Ama abimin eski sevgilisi olmasının bana bir şeyler hissetmesine engel ve yanlış olduğuna kendini inandırıyor, hislerini görmezden geliyordu. Ama ben gelmeyecektim, gelgitlerine tahammül edecek, beni anlamasını sağlayana kadar da tüm hırçınlıklarına göğüs gerecektim. Zaman derler sana aldırış etmeyen tek olgu onu ne başa alabilirsin ne de sona; anı yaşa, en azından sana aldırmayı öğretebilirsin misali davranacaktım. Onunla anlar yaşayacak, geçmiş yaratacak, içinde olduğumuz anları zevkli kılacak, geleceğe de umutla bakmasını sağlayacaktım. Yaraları derindi, korkularını tam olarak yenemesem de artık hayatını yaşamasını sağlayabilirdim.
Sigara içerken edilen muhabbete pek katılmadım. Yanımızda çekirdek tayfa dışında birileri de olduğundan konuyla ilgili yorum yapılmadı. Üşüdüğümü bahane ederek içeri girdiğimde oturma odasındaki içki masasına yürüdüm. Bir kadeh viskiyi kadehe koyduğumda Ayaz içeri girdi.
"İyi misin abi?" sorusuna nasıl cevap vereceğimi birkaç saniye düşündüm. Boynumdaki kravata uzanıp biraz gevşettiğimde, "İyi görünmüyor muyum?" diye yanıt verdim.
"Her zaman..." deyip gülümsedikten sonra, "Hadi abi...Zor bir durum biliyorum ama..." dediğinde cümlesini tamamlamasına izin vermeden, "Zor olan ne Ayaz?" diye araya girdim. Ne söyleyeceğini az çok tahmin etsem de ondan duymak istiyordum.
"Sebep Aras abimse... İnan kimse dert etmedi. Hatta sevindiler" dediğinde acıyla gülümsedim.
"Ayaz, inan kimin ne dediği hiç umurumda değil. Dert olan, abimle birlikte kendini de gömmüş olması" dedim.
"E, bunu değiştirebileceğine inanıyor musun? Değiştiremezsen kendine yaptığın büyük haksızlık yapmış olacaksın. Bunu gerçekten yapmak istiyor musun?" diye açık yüreklilikle sordu.
"Hayır dersem ne olacak ki?" dedim aynı açık yüreklilikle, sonra elimdeki kadehi bir dikişte içtim. Koridor boyunca yürürken aklımda tek bir düşünce vardı. Ölü bir adamın, ki o adam benim abimdi, ona sunduğu ilk aşkın izlerini nasıl silecektim? Bunu gerçekten yapmak çok zordu, bu zorlu süreçte bir de bebeğin gelişiyle hayatımız zorlaşacaktı. Acaba bebek, ikimiz için birleştirici bir etken olabilir miydi? Tüm bu bilinmezliklere doğru olan yolumun başlangıcında ilk iş avukatla görüşmek olacaktı. Hukuki her türlü gücü elimde tutmak onun olası planlarını altüst edecekti. Ben de bu sürede elimden geldiğince onu ve çocuğumuzu kendime bağlayacaktım. Bir evliliğin aşk ve sevgi olmadan nasıl başladığının yanıtını Ayaz ve Lila'da görmüştük. Onlar başarılı olmuşlardı ancak aynı şartlar benim için geçerli olacak mıydı? Bunu yaşayarak öğrenecektim.
Salona girdiğimde Dila'nın gıcık kuzenimle dans ettiğini görünce kan beynime sıçrasa da kendimi dizginleyip yerime ilerledim. Sakin kalacağım sırada Ayaz arkamdan salona girdi ve söylenmeye başladı. Söylene söylene ilerleyip Dila'yı Mert'in kollarından söktü. Dila bu hareket karşısında biraz afallasa da gülümseyerek Ayaz'ın dans teklifini kabul etti. Kızların yanında oturan Lila'ya doğru ilerlerken Eylül'le göz göze geldim. Göz kırpıp yanımdan geçecekken elimi uzattım. Uzattığım elimi tuttuğunda dudaklarıma götürüp öptüm.
"Mucizen bu muydu?" dediğimde başını "evet" anlamında salladı, "Bana yaptığın bu güzelliği asla unutmayacağım" dediğimde şımarıkça gülümsedi.
"Hep ilk kıvılcımları sen ol istemiştim ama şans değil mi, son yakan sen olacaksın inşallah..." deyip Dila'yı işaret eden başı ile gözlerini devirmişti. Ne demek istediğini az çok anlayarak, "Merak etme, halledeceğim..." dediğinde Caner yanımıza geldi. Tekrar tebrik ettikten sonra Eylül'e dönüp acil bir çağrı geldiğini ve hastaneye gitmeleri gerektiğini söyledi. Onlarla vedalaştıktan sonra Lila'yla göz göze geldim. Yanıma geldiğinde Eylül Caner'e doğru ilerlemeye başlamıştı.
Ailemizin güzel kızının yüzüne baktığımda ilk karşılaştığımız andaki nahif gülümsemesiyle tebrik etti. İncecik elini uzatıp koluma girdi. Kız kardeş olmuştu bana, sanki evin gelini değil de küçük kızıydı. Bu işler karşılığa bakmazdı ama Lila çok özverili bir insandı. Ailem de aynı hislerle ona yaklaşıp aramıza aldığımızdan huzur bulmuş ve hiçbir an saygıda kusur etmemişti. Sevginin temeli saygıydı, gözlerinden coşan duyguları anneme babama ya da bana bakışlarından her daim yakalamak mümkündü. Yaradılış itibarıyla sevgiyi benliğine almış bir karakterdi. Yanımda yürürken bıcır bıcır konuşmalarına gülümseyerek, "Sana arkadaş getirdim, kıymetimi bil" dediğimde gülümseyerek başını omzuma yasladı.
"Aynı bizim gibi olacaksınız. Buna eminim. Dila'yı gördüğüm an anlamıştım bunu ve hatta anneme..." deyip sanki söylememesi gereken bir şeyin ağzından çıkmasına son anda engel olabilmiş gibi şaşkınlıkla durdu. Ne demek istedi diye yüzüne baktım. Pot kırmış gibi bir hâli vardı. Çocuksu bir gülümsemeyle, "Hadi dans edelim abi..." diye konuyu dağıtmaya çalıştı. Ne demek istediğini algılamamış ama geçiştirmeye çalıştığını fark edebilmiştim. Sanırım bu gece insanları anlama kotam dolmuştu. Bu yüzden zorlama gereksinimi duymadan çalan müziğin ritmine bırakmak için bir elimi beline uzattım o da havadaki elime uzandı.
Bir iki dakikalık dansımız sonunda Ayaz karısına uzandığında ben de gayriihtiyari Dila'ya uzandım. Yaşadığım geliş gidişler dolayısıyla konuşacak havada değildim. Göz teması kurmadan dans ederken etrafımızda bizi gözleyenlerin de farkındaydım. İçimdeki çalkantıları bir kenara bırakıp dudaklarıma yerleştirdiğim gülüşümle müziğin ritmine kendimi bıraktığım sırada, "Hayatında biri var mı?" diye bir soruyla karşı karşıya kaldım. Hiç tereddütsüz:
"Olsa ne fark ederdi ki şu durumda?" diye verdiğim yanıt karşısında gözleri kocaman olmuş ve elaları bir anda buğulanmıştı. Sorusuna verdiğim cevaptan dolayı mı yoksa sorusuna net cevap alamadığından mı hırslanmıştı, bilemiyordum. Ancak bu gece daha fazla konuşmak istemediğim için bakışlarımı kaçırdım. O esnada avucumun içindeki avuç direnmeye başlamış parmakları kavrayışımdan kurtulurken adımlarımız karışmış dizim bacağına vurmuş ve ayağıma basmıştı. Bu hızlı ve ani hareket sonrası belini sıkıca tutan elime uzandı ve kendini danstan kurtardı. Hareketi karşısında afallasam da tepkisine şaşırmamıştım. Bu yüzden yüzüme kısık gözlerle bakarken;
"Olsa ne mi fark eder? Öyle mi?" diye sorusunu tekrarladığında, "Bunu şu anda ve bunca insan önünde konuşmak istediğine emin misin?" diye sorarken yüzümdeki sevimliliği bozmadım.
"Sen var ya sen..."
Kısık ama sanki bağırırcasına bir ifadeyle söylediklerine aynı rahatlıkla başımı öne arkaya sallayarak, "Evet, ben..." diye yanıt verdiğimde soğuk bir gülüşle, "Senin içine kesin Kuzey Kutbu kaçmış, buz gibisin."
"Sen sıcaksan benim soğuk olmam iyidir yavrum; yazın sen bana sarılırsın, kışın ben sana. Tenlerimiz uyuşur, fena mı?" dediğimde söylediklerim karşısında vereceği tepkinin kararsızlığını yaşayan yüz ifadesi ve nereye koyacağını bilemediği elleriyle tam bir çizgi film karakteri gibiydi. Uzanıp avcumun içine aldığım elini hafifçe kendime çekerek yürümesini sağladım. Şaşkındı, farkındaydım ama benimle yürüyüşünü sürdürdü. İçinden neler geçirdiğini az çok tahmin ediyordum. Daha ne kadar sabır gösterecek diye düşünürken, "Geri zekâlı..." dedi.
Mutfağa doğru ilerlerken orasının kalabalık olduğunu tahmin etmiştim. O yüzden direkt tuvalete yöneldim. Işığı açıp kapıyı itelediğimde ne yaptığımı anladı, elimden kurtulmak için bileğini tutan kolumu itelemeye çalıştı. O daha itelerken içeri girmiş ardından onu da çekip kapıyı kapatmıştım bile. Benden uzak kalabilmek için geriye çekilince sırtı kapıya yaslandı. Gözleri gözlerimdeyken bakışlarındaki çekinceyi titreyen göz bebeklerinden hissettim. Omuzlarına dağılmış saçlarına uzandığımda "Yapma..." diye sessiz bir yakarışta bulundu ama durmadım. Elimi çenesine uzattım, tam bir şey daha söylemek için ağzını açarken dokunuşumla dondu. Ona doğru çekiliyordum, buna engel olmak için onlarca neden varken kendimi dizginlemedim. Çenesinde duran elimin parmakları teninde gezinirken hassas ve beyaz teni dokunuşlarımla renk değiştirmeye başladı. Gözlerini kapattığında derin bir nefes aldı. Parmaklarım dudaklarına değdiğinde içinden gelen sıcaklığı hissettim. Varlığını sanki varlığıma katmak ister gibi dudaklarına uzandım. Birbirine geçen dudaklarımızla bedenimde tarifi olmayan bir değişim baş gösterdi. Ensemden ayak parmağıma kadar ürperdim. Dilim ağzının içinde yuvarlanıp onun diline değdi. Ellerim karıncalanmaya, yüreğim hızla atmaya, bacaklarım titrerken ayak parmaklarım buz kesmeye başladı. Bana ne olduğunu anlamaya çalışmak için kendimi çekip iki elimi de omuzlarının yanından kapıya dayadım. Nefes nefese kalmıştım. Başımı yerden kaldırıp gözlerimiz birbirini bulduğunda gözleri biraz şaşkınlık ve biraz da korkuyla açılarak, "Alaz? İyi misin?" dedi.
Ne cevap vereceğimi bilemez bir hâlde yüzüne bakarken uzanıp ellerini yanaklarıma koydu.
"Yüzün bembeyaz ve buz gibi, neyin var?"
İçimde gelip giden duygular büyük dalgalar hâline geldi ve başımı döndürdü, diye düşündüm. Avuçlarım dayandığı kapıdan kaymaya başladı. Dizlerim yere vurduğunda Dila çığlık atıp beni tutmak için eğildi. Kollarıyla beni yakaladığında dünya ekseninden çıkmış, çok hızlı dönüyor gibiydi. Soğuk bir ter sırtındam indiğinde midem allak bullak olmuş, içimdekiler yükselmeye başlamıştı.
"İyi misin? Lütfen cevap ver, beni korkutuyorsun" dediğinde gözlerimi kapattım. Bilincim açık olduğundan duyduğum çığlıkları işe yaramış ancak yerde olduğumuz için kapı zor açılmıştı. Omzuma dokunan ellere müdahale ederek, "Hayır, yerinden kaldırma" diye engelleyince kimse yerimden kaldırmaya teşebbüs etmedi. Zaten en ufak br hareket beni inanılmaz zorluyordu. Mide bulantım her saniye artıyor, başım sanki biri eline almış da hızla çeviriyormuş gibi dönüyordu.
"Doktor çağırın" diyen Ayaz'ın sesini duydum. Gözümü hafif araladığımda başımı yaslamak için beni dizlerine doğru çekiştiren Dila'yla göz göze geldim. "İyi misin?" sorusuna cevap verecek takatim olmadığından gözlerimi kapatıp açarak yanıt verdim.. Ayaz, annem, babam hepsi bir ağızdan konuşup telaş yaptıklarından Dila, "Başı döndü, lütfen sakin olun... Nerede kaldı şu ambulans? Bir daha arayın lütfen" dedikten sonra bana döndü, "sakin ol, bir şeyin yok..." dedi.
"Sakinim bebeğim" dediğimde başını sallayarak gülümserken gözleri dolmaya başladı. O an aramızda kurulan bağı kimsenin fark ettiğini zannetmiyorum. Birbirimize bakarak konuşuyorduk. Bu yoğunluğun ne kadar sürdüğünü fark etmedim ama elimi bırakmadan tutmaya devam ediyor ve hep yüzüme bakıyordu. İçeri giren birilerinin varlığıyla kafasını kaldırdı. Beyaz önlüklüler içeri girip onu geriye çekmeye çalıştıklarında ağlamaya başladı.
Doktor, kontrolleri sonrasında hastaneye gitmem gerektiğine karar verdi. Beyin tomografisi çekmek istediklerini, şüphelendiklerini bir durum olduğunu söyleyince annem dâhil herkesten ah vah nidaları ve ağlayış sesleri yükseldi. Dönen başım yüzünden yine midem bulanmaya başladı. İlk öğürme gelince kendimi dizginledim ama ikincisinde dayanamadım. İçimde ne var ne yoksa çıktığımda Dila yine hıçkırarak ağlamaya başladı. Kendimi doğrultmaya çalışıp, "Sakin olacak mısınız?" diye sesimi yükselttim. Bütün sesler bir anda kesildi. Başımı tekrar sedyeye yaslayıp gözlerimi kapadığımda elimi tutan kadının varlığını hissettim.
"Ben de geleceğim" dediğinde ambulans görevlisi bir kişinin gelebileceğini söyledi.
"Ayaz gelecek..." dedim, o an başını hızla çevirip yüzüme baktı. Kızmıştı, bunun farkındaydım. Ama zaten kötü olan mide bulantım ve baş dönmeme bir de zırlayan, ah vah çeken bir kadının vızıltıları eşlik etsin istemiyordum. "Herkes eğlenceye kaldığı yerden devam edecek" dediğimde gözleri iyice büyüdü, konuşmadan şaşkınlıkla yüzüme baktı.
"Ben geleceğim Alaz..." diye tekrarlayınca annem de atıldı.
"Dila da gelsin bari Alaz" dedi sakince. Başımı sedyeden hafifçe kaldırıp hem anneme hem Dila'ya bakarak,"Ayaz dedim" deyip başımı tekrar sedyeye koyduğumda sağlık görevlileri de sedyeyi taşımaya başladı. Geçmiş olsun dilekleriyle bindirildiğim ambulansın kapısından bakmak için başımı çok yavaş çevirdim. Herkes kapının önünde toplanmış, merakla olanları izliyordu. Ayaz yanıma oturup korku ve endişeyle yüzüme baktığında, "Merak etme, ölmeyeceğim şuursuz" dedim zorla da olsa gülümseyerek. "Lan salak, zaten ölsen ben seni öldürürüm" dediğinde gözlerimi gülerek kapadım. Siren sesi ötüp ambulans yol almaya başladı.
Bağlanan serum, mide bulantıma iyi geldiği için hastaneye vardığımızda kendimi daha iyi hissediyordum. Acil kapısından içeri girerken Ayaz da bir ay önce geçirdiğim ameliyat hakkında doktorlara bilgi verdi. Üzerimdekileri hasta bakıcının yardımıyla çıkardım. Giydirdikleri önlük ile yatırdıkları sedyede Ayaz gelene kadar bekledim. Bir doktor gelip sorular soruyor ve fiziksel tepkilerime bakıyordu. Kan testi için kan alındıktan sonra ateşim ve tansiyonum ölçüldü, kardiyoloji muayenem tamamlandı. Beyin tomografisi için alt kata inerken Ayaz'ın yüzü bembeyazdı. Ben büyük bir sıkıntı olduğunu düşünmüyordum, ameliyattan sonra birden kalkıp son sürat çalışmaya başlayınca bedenim yorgun düşmüş olmalıydı. Yarım saat süren tomografi sonrası yukarı kata çıkartıldım. Doktor sonuçlar çıkınca yanımıza geleceğini söyledi. Ayaz sürekli çalan telefona cevap vermek için dışarı çıktığında gözlerimi kapadım.
Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum ama gözlerimi açtığımda yanımdaki koltukta Dila oturuyordu. Göz göze geldiğimizde:
"Sana gelme demedim mi?" dedim, demez olaydım...
"Ben kimse miyim? Hem sen kendini ne sanıyorsun da bana onca insan arasında herkes yaftası vuruyorsun? Birkaç saat önce sözlenmedik mi? İnsanlar bu kız niye gitmedi demez mi? Akılsız mısın acaba? Bunları düşünemiyor musun?" Soluk almadan sorular soruyor, laf giydiriyor, ses tonu her sorusunda daha da artıyordu. Nefes alışları hızlanıp yüzü kızarınca kendini geri çekti ve sustu.
"Önce hangi soruna cevap vermemi istersin?" dediğimde oturduğu yerden hızla kalktı. Gözleri öfkenin renkleri ile göz bebeklerini koyulaştırmış dalga geçmem karşısında duyduğu siniri belli edercesine, "Sen kendini ne sanıyorsun?" diye çıkıştı.
"Aynı soruyu az önce de sormuştun" dediğimde perdeyi açıp acil odasından çıktı.
Açık olan perdeden karşı duvara yaslanan Ayaz'la göz göze geldiğimde güldüm. Yavaş adımlarla yanıma doğru gelerek, "Sen iyicene kafayı mı yedin acaba? Dalaksız kalmak sana pek yaramadı sanırım? Kıza niye çemkiriyorsun?" diye şaka yollu laf sokuşuna göz kırparak güldüm, "Kızdırmak hoşuma gidiyor?" diyerek kendimi savundum. "Unuttun galiba, hamile... Tansiyonu yükselebilir ya da düşebilir, bunları göz ardı etmemen lazım Alaz..." diyerek beni kendime getirdi. Haklı olduğunu bildiğimden hızla elimi kaldırıp, "Buraya getirir misin?" dedim. Başını tamam der gibi sallayıp yanımdan ayrıldı. Aradan geçen on dakika içinde ikna olan Dila ile birlikte içeri girdiler. Ayaz, doktora bakma bahanesiyle yanımızdan ayrıldığında başımı sözlüme çevirdim. Bana bakmadan ayakta bekliyordu.
"Yanıma gelir misin lütfen."
Gözlerime dik dik baktı ve başını hayır anlamında salladı. Tam o esnada doktor içeri girdiğinden konuşamadık.
Ameliyattan bir hafta sonra işimin gücümün başına dönmüş ve hayatımı olanca hızıyla yaşamaya başlamıştım. Ancak dikkat etmem gerekirdi çünkü Vertigo denilen bir illetle mücadele etmem gerekecekti artık... Kaza sonrasında bünyem yorgun düşünce vücudun dengesini sağlayan denge veren kulak kristallerinin dağılması sonucu oluşan bir hastalıkla karşı kaşıyaydım. Anlatılan bilgileri can kulağı ile dinledikten sonra, "Çevrilebilir miyim doktor bey diye sordum."
Doktor, "Birkaç gün yazdığım ilaçları alıp dinleneceksiniz Alaz Bey. Sizi bu konuda uzman doktorumuza yönlendireceğim. Gerekli tedaviyi size o uygulayacaktır. Yalnız yerinizden kalkmadan kitap, televizyon, bilgisayar gibi şeylerden bir iki gün uzak kalarak dinleneceksiniz" dedi ve "ben reçetenizi yazarken siz de giyinebilirsiniz. Sakin bir şekilde oturup kalkın, fazla eğilmeyin olur mu?" diye ekleyip dışarı çıktı.
Ayaz tam dışarı çıkacakken Dila, "Tamam, sorun yokmuş, bana ihtiyaç da yok; sen abini eve götürürsün, ben de evime gidiyorum" dedi ve bana hiç bakmadan Ayaz'ın cevap vermesini bekledi. Ayaz önce bana, sonra tekrar Dila'ya bakıp, "Reçeteyi alıp geleyim, sonra konuşalım" diyerek akıllı bir bahaneyle dışarı çıktı.
Dila arkasından baktı ve o pozisyonda beklemeye devam etti. Bana kapris yaptığının bilincindeydim. Ayaz odaya tekrar girince arkasına bile dönmeden "geçmiş olsun" dedikten sonra çıkıp gitti.
"Valla Alaz abi, sen bana şuursuz diyorsun ya, bak ben sana diyeyim ki sen benden daha şuursuzsun aslanım... Ama düzelirsin, böyle kırışık açar gibi ütüleyerek düzeltirler adamı, deneyimle sabit. Her hafta kirli sepetine atılıp yıkanmayı da askıda sallanıp kurumayı da öğrenirsin, hiç merak etme..." dedi. Hayretle ne söylüyor diye yüzüne baktığımı fark ettiğinde, "Kapris yapan kadından özür dilenir" dedi.
"Sen öyle mi yapıyorsun Ayaz?"
"Evet, yoksa bu durum kaç gün sürer biliyor musun? Sadece günlerce sürmesini bir kenara bırak, geçmiş temcit pilavı gibi açılır, önüne konulur. Üstelik bu yemek gibi değil, midene inenleri birkaç saat sonra sindirirsin ama bu durum geçmez; kadınlar fikri sabittir."
"Bizim geçmişimiz yok ki asalak?"
"Lan salak bugün bir geçmişiniz oldu, siz o odadan çıktığınız an başladı her şey ama maalesef geleceğinize pek umutla bakamıyorum çünkü sen harbiden yontulmamış hödüksün, insan nasıl sözlüsüne herkesin içinde 'Sen gelmeyeceksin' der ki?"
"Lan ben hiç kimse gelmesin dedim."
Kaşlarını kaldırarak, "O daha kötü ya. Dila hiç kimse mi davar?" dedi.
Biraz durduktan sonra, "'Bu durum birkaç gün sürer'le ne demek istedin?" diye sordum.
"Anlarsın anlarsın, merak etme..." dedi ve ayakkabılarımı ayaklarıma doğru uzattı.
Yataktan destek alarak beni yavaşça kaldırırken Ayaz'a baktım. Kardeşim benden küçüktü ama evliydi. Ve bu gibi durumlar için sanırım bilgisi benden biraz daha fazlaydı. Umarım durum sandığımdan kötü değildir, diye düşünürken yarın ilk iş Dila'yı arayıp yanıma gelmesini rica etmeye, sonra da gönlünü almaya karar verdim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN RENKLERİ
General FictionDizeler zihninden geçerken etkileyici bir parfüm kokusu doldu burnuna. Kokunun kimden geldiğini anlamak için etrafına bakarken ilk zilin çaldığını duydu. Hafta içi yapılacak özel maç nedeniyle bugün ilk iki ders takım idmanı vardı. Geç kalmamak için...