9. Bölüm: Farklı Bir Şehir

243 29 25
                                    

Tam tempo okumalar...
*

Sessizlik.

Büyük, çok büyük bir kara delik bu sessizlik. Konuştukça yutan, sustukça boğan.

Bu kara deliğin içinde iki kalp atışı. Biri benim, biri onun. Benimki çok huzurlu. Her an uykuya dalacak bir çocuk gibi sessiz ama kimsesiz değil. Onunki ise arsız bir çocuk gibi gürültülü, yorgun, huysuz ve aksi.

Başımı, Jackson'ın çıplak teninden kaldırıp yüzüne baktığımda, gözlerinin kapalı olduğunu gördün. Kalbindeki bu savaşa rağmen yüzüne yayılan bu huzur beni şaşırtıyordu. Elimi, onun varlığını hissetmek için yanağına koyduğumda, kafasını çevirerek avuç içimi öptü. Hâlâ içimde onun şu anda yanımda oturduğuna, onun gerçekliğine inanmayan bir taraflar vardı.

Neredeydi? Bunca zamandır, neredeydi? Neden beni arayıp sormamıştı? Bu vücudundaki izlerin sebebi neydi? Ona soracak tonlarca sorum vardı fakat şu anda onun yüzündeki huzur, bozmak isteyeceğim son şeydi.

Gözleri kapalıyken istemsizce onu izlemeye başladım. Sakallarını kesmişti ve bu onun biraz daha yaşını belli etmesine neden olmuştu. Yüzü gibi tüm bedenide bembeyazdı ve vücudundaki zayıflık fark edilmeyecek gibi değildi. Bir de şu yara izleri... Her yerindeydi. Üstelik öyle birkaç kavgayla ya da arbedeyle oluşabilecek izler değildi bunlar. Sanki bedeni kendi kendini tüketmiş gibiydi. Bu fikir beni daha da korkutmuştu.

"Jackson," dedim elimi yanağına bastırarak. Çocuk, yavaşça açtığı siyah gözlerini üzerimde dolaştırdı ve, "Efendim?" diye sordu.

Bedenimi ondan ayırarak koltuğun diğer tarafına geçtiğimde, önemli bir şey olduğunu anlayarak toparlandı ve bana döndü. Bacaklarımı kendime çekip başımı dizlerimin üstüne koydum. Gözleri merakla üstümde dolaşırken soracağım soruların hepsini biliyordu fakat hangisinden başlayacağımı benden duymak istiyordu.

Parmaklarımı birbirine kenetledim.

"Neredeydin?" dedim çok kısık bir sesle. "Bunca zaman, ben tek başımayken, sen neredeydin?"

Jackson, sorduğum soruyla başını öne eğdiğinde, bacaklarımı indirip ona yaklaştım. Herhangi bir cevap alabilmek için yanıp tutuşurken, o şimdi karşımda susuyordu. Bir cevap bekliyordum. Gittim diyebilirdi, seni terk ettim, canım gitmek istedi, ölmedim diyebilirdi. Söylediği her şey kabulümdü, yeter ki bana bir söylesin.

Başımı ona doğru eğerek, "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum. Dudaklarından birkaç kelime çıkması için her şeyimi feda edebilecekken o bir kez daha sustu ve benim artık hiçbir şeye sabrım kalmamıştı.

Hızla ayağa kalkıp karşısında dikilerek, "Jackson, cevap ver!" diye bağırdım. "Bana cevap ver! Bir şey söyle! İyi ya da kötü bir şey söyle!"

Oturduğu yerden kalkıp deli gibi savurduğum kollarımı tutarak ismimi söylediğinde kollarımı ondan kurtarıp, "Bırak!" diye bağırdım. İçimde ateş yükselmiyordu çünkü bu sefer öfkem ya da nefretim söz konusu değildi. Ben... Ben çok kırgındım. İçimde bir yerlerde yaşam mücadelesi veren küçük kız, içeride kırılan kalbimin parçalarının ayaklarına batmasıyla kan revan içinde kalmıştı. Kolay değildi bir yarayı sarması. Kırılan bir kalbi onarması, verilen sözlerin tutulması, bir hikayenin baştan yazılması. Kolay değildi.

"Biz seni öldün sandık," dedim ona yaklaşarak. Hiçbir tepki vermiyordu ve bu normal miydi bilmiyordum.

"Biz seni öldün sandık, Jackson. Öldün sandık. Ne dediğimi anlayabiliyor musun? Biz o gece, o ormanda seninle birlikte öldük. Ben her gece kendimi suçladım ya, her gece! Ben deliriyordum, Jackson. Biz bunları yaşarken, sen neredeydin?"

İMGE - IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin