İki gündür beklediği evin önünde bu akşam da bekliyordu. Önündeki direksiyona vurup kendisine sinirle güldü.
"Vay be Kulkan Erdenet, tek bir bakışınla buraya dikeceğin onca adam varken üç gündür it gibi bekliyorsun."
Burda beklemesinin sebebi ne Çağatay'dı ne de babasıydı. Koçovalılar'ın sebep olduğu ve kendi elleriyle ölümüne izin verdiği kardeşi Ogeday'dı. O koca yalıların, paraların, kardeşlerin, annelerin ve kudretli babasının arasında hep yalnızdı Kulkan Erdenet. Ama ne tuhaftır ki üzerindeki umursamazlık ve acımasızlık bu insanların yüzünden var olmuştu. Yine de bunca kötü duygunun arasında sevdiği biri vardı ve onu da bu aile yüzünden elleriyle öldürmüştü. Şimdi onlardan herhangi birinin acı çekmesi için gerekirse iki ay da beklerdi Kulkan. Daldığı düşüncelerden yakınından gelen sesle çıkabildi. Duyduğu hışırtıyla oturduğu koltukta aşağı eğilip yan aynadan bakıp ne olduğunu görmeye çalıştı ve birini gördü. Gördüğü beden simsiyah giyinmiş ve sürekli etrafını kontrol ediyordu. Minyon ve kısa oluşundan kadın olduğunu düşündü Kulkan.
"Efsun mu lan acaba?" dedi Kulkan ve doğuruldu yerinden. Aynaya biraz daha yaklaşıp etrafı kontrol eden bedenin yüzünü görmeye çalıştı. Karanlıktan ve örttüğü şapkasından görmesi imkansızken sokak lambasının altına geçti o beden. Tekrar arkasını kontrol etmek için dönmüşken görebildi yüzünü. Görmeyi beklediği yüzün aksine başka bir yüzle karşılaştı Kulkan. Efsun olmadığından umursamasa da bir yanı kim olduğunu ve bu saatte ne yaptığını merak etti. Ardından sağa dönüp gözden kaybolan bedenle aynadan uzaklaştı.
"Ulan Çoçovalılar, bir tane normal insan yok sizde." diyerek başını geriye yaslayıp güldü.
ERTESİ GÜN
"Sana söylüyorum Çaça yarın akşamdan sonra ben yokum. Kimi bulursun; kimi dikersin bu soğuğa, ben orasını bilemem."
Çağatay'ın söylediklerini dinlemek yerine aynada gözüne çarpan bedene dikkat kesildi Kulkan.
"Yine mi sen?" dedi sessizce.
"Efendim?" diye sordu Çağatay kendisine seslendiğini düşünerek.
"Yok yok sana demedim. Hadi kapatıyorum, öptüm Çaça." diyerek telefonu kapattı Kulkan ve aynaya yaklaştı.
"Bu nereye gidiyor iki akşamdır gizli gizli?" dedi kendi kendine. Sokak lambasının altına gelen bedenle heyecanlanıp bir kez daha doğruldu yerinde. "Belki döner arkasına, he?" diye düşündü. Arkası dönük yürümeye devam bedenle koltukta arkasına yaslanıp bir nefes verdi.
"Tek eğlencemiz de gitti."
Geçen birkaç saatin ardından ıslık çalarak gözlediği boş kapı canının sıkılmasına ve uykusunun gelmesine sebep olmuştu Kulkan'ın. Gelen uykusunu kaçırmak için paketini çıkardı cebinden ve bir sigara yaktı. Külü atmak için camın düğmesine uzanıp açtı. Tam dalını cama uzatıp külünü atacaktı ki bir ses duydu.
"Kim var orada?"
Sigarasını geri çekip koltukta sessizce eğildi Kulkan. "Hassiktir." dedi içinden. Arabadaki saate baktığında dün de bu saatlerde döndüğünü bildiğinden bu sesin o simsiyah giyinen bedene ait olduğunu anladı. Duyduğu naif sesle gördüğü bedenin kadın olduğunu önceden anladığı için tebrik etti kendini.
"Beynini sikeyim Kulkan. Boku yiyeceksin, düşündüğün şeye bak." dedi sessizce. Görebildiği kadar aynadan bakmaya çalıştı. Kendisine seslenen o kadın birkaç saniye etrafına bakıp çıktığı yerden giderek kayboldu. Rahat bir nefes alıp dökülmesin diye uğraştığı külü camdan atıp derin bir nefes çekti sigarasından.
ERTESİ GÜN
Efsun'un bugünkü halini hatırladıkça hâlâ hayret edip kahkahalar atıyordu. Onu alıp Çağatay'a götürmek Efsun için daha iyi olacaktır, diye düşündü. Çukur'da yaşayan insanların, Koçovalılar'ın anlattığı masallarla küçük şeyleri bile mutluluk olarak görmesi ona aptallık geliyordu. Önündeki karanlıkta tepsi gibi parlayan dolunaya çevirdi bakışlarını. Yaşadıklarının aksine karşısındaki güzelliği izledi bir süre. Daha önce böylesine gökyüzüne bakıp dolunay izlemiş değildi. Oysa şimdi nasıl da güzel gelmişti? Sonra yine keyfini bölen o sesi duydu. İki akşamdır o kadar alışmıştı ki bu sese, yerinden kıpırdamaya tenezzül bile etmemişti.
"Aha geldi Çoçovalılar'ın delisi." dedi ve güldü bu söylediğine. Sokak lambasını da geçip sağa dönen bedenle koltukta doğrulup kapıya uzandı.
"Acaba nereye gidiyor her akşam?"
Sonra kendi sorusuna ona göre en mantıklı cevabı verdi.
"Çoçovalı evinden iki saat uzak durmak bile huzur verir insana."
Bir kez daha uzandı kapının kilidine. Birkaç saniye sonra merakına yenik düşüp açtı o kilidi. Üzerindeki montu düzeltip kilitlediği arabanın anahtarını cebine koydu. O yabancı kadının kara gözlerini görmesini sağlayan sokak lambasını da geçip sağa dönecekken yavaşladı ve önce kafasını uzattı. Gördüğü manzarayı hem beklemediğinden hem de manzaranın güzelliğinden olduğu yerde kalakaldı Kulkan. Dolunayın vurduğu beyaz ten ve esen rüzgarın uçuşturduğu siyah saçları izledi o köşede. O minyon bedenin etrafında dolanıp, naif sesin söylediklerini salladıkları kuyruklarıyla dinleyen altı yedi köpek, artık içindeki herkesin uykuya çekilmiş olmasından ışıkları kapalı sıralı evleri gözler önüne seren uçurum ve bunca karanlığın ortasında parlayan dolunay; bu yabancı kadının üç gündür neden buraya geldiğini açıklamış oldu ve o zaman anladı Kulkan. Karşısındaki kadına bakıp fısıldayarak sordu.
"Kimsin sen?"
< >
merhaba hepinize, nasılsınız?
beklenmedik bir şekilde bir okuyucumun isteği üzerine yeni bir kurguyla geldim.
aklımda böyle bir düşünce yoktu ama fena da olmadı sanki he, ne dersiniz?
ben eski AzKarcılardanım aslında ama böyle zıt karakterleri match etmeyi severim.
diziye uygunluğu kurguya ve kendime göre belirliyorum zaten. şimdilik böyle bir giriş yapalım, yorumlarınıza göre devamını getiririz.
umarım keyif almışsınızdır, yanlışlarım varsa affola 💙YORUMLARINIZI BEKLİYORUM :)
g.a.
< >
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOLUNAY
Fanfiction"Artık dokunamıyor kâkülün bulutlara Karalara bürünmüş saçlarında dolunay..." -N.Genç