"Kulkan Bey, çok özür dilerim. Bir an ağzımdan çıktı. Tutamadım kendimi. Lütfen bağışlayın."
Verdiği derin nefeslerin arasında sakallarıyla oynadı Kulkan. Sabır dilenircesine yukarıya çevrildi bakışları.
"Tamam Hamza. Olan oldu ama senden bir hata, tek bir yanlış görürsem. Bak bu kadar sabırlı olmam. Senin üzerinde yapacaklarım hayal aleminde bile olamaz. Anladın mı beni?"
Korkarak başını: "Anladım." dercesine salladı Hamza. Bakışlarıyla elindeki telefonu işaret etti Kulkan.
"Kim var telefonda?"
"Ça-çağatay Bey var. Acilen sizinle konuşmak istiyor."
Titreyen eliyle uzattı telefonu. Kulkan sesli bir küfür ederek Hamza'nın uzattığı telefonu aldı.
"Buyrun Çaça Bey."
"Sana iki adam daha yolladım bugün. Bir saate orda olurlar. Hiçbir yere ayrılmıyorsun ordan Kulkan."
Alaycı bir kahkaha attı Kulkan.
"Hayırdır Çaça? Ne bu, götün tutuşmuş?"
"Koçovalılar fark etmiş bu kaçırılma işini. Aklına da direkt ben gelince Yamaç Koçovalı aradı beni. Hiçbir yere çıkmıyorsun. Durum ciddi. Duydun mu beni Kulkan?"
"Enişteme bak be. Hemen üstün zekasıyla kavramış olanları. Sen benim için bu kadar endişelenme Çaça'cım. Benim keyfim yerinde. Hadi eyvallah."
Telefonu kulağından çeker çekmez yüzündeki gülüş kayboldu Kulkan'ın. Elindeki telefonu Hamza'ya doğru fırlattı. Burnundan soluyarak odasına doğru sert adımlar attı. Gürültülü bir şekilde kapattığı kapının ardında elleriyle gözlerini ovuşturdu. Ağrıyan başını sıkıp iç cebindeki pakete uzandı. Yatağın karşısındaki koltuğa oturmadan hava soğuk olsa da camı açtı.
"Bu kadar işinin arasında uğraşacak bir şey yine buldun ya Kulkan. Ben sana daha ne diyeyim?"
Yüzüne vuran soğuk hava ve içine çektiği sigara dumanı kendine gelmesinin sağladı. Ogeday'ın ve annesinin ölümünden sonra yaptığı şeylerin yanlış olduğunu biliyordu Kulkan. Ama bu yanlışlar onun hayatı boyunca bildiği doğrulardan başka bir şey değildi. Acısının böyle geçeceği öğretilmişti ona senelerce. Yüzündeki alaycı gülüş, umursamaz tavırlar ve taşlaşmış kalbiyle önünde kimse duramaz, demişlerdi. Farkında değildi ama nefret ettiği ve hayatta değer verdiği insanların ölümüne sebep olan babasına dönüşüyordu zamanla. Bunun ne zaman farkına varacaktı, bilmiyordu?
...
Hiçbir şeyden habersiz, saat kavramı olmadan bir odanın içinde hapsolmak Karaca'nın sinirlerini bozmaya başlamıştı. İçinde olduğu odada bakılacak, yapılacak her şeyi yapmıştı. Yine de o konuşmadan beri açılmayan kapıyla karşı karşıya kalmıştı. Perdesini sonuna kadar açtığı, kilitli camın önüne çektiği koltukta oturup parmağındaki yüzükle bakışıyordu dakikalarca. Bakışları arada hava kararmadan gelen ve kapının önünde bekleyen iki adam arasında gidip geliyordu. Komodinin üstünde soğuyan yemeklere kaydı gözü. Açlıktan ağrıyan karnını, sadece bir iki ısırık ekmekle oyalamıştı. İleriye doğru uzanıp yarısını içtiği suyun geri kalanını içti. Bardağı geri koyacakken açılan kapıya döndü bakışları. Kulkan'la arabada olan Hamza'yı gördü."Bir isteğiniz var mı, diye sormaya geldim."
"Yok." dercesine iki yana salladı başını Karaca. Elindeki boş bardağı da tepsiye koydu. Hamza sesin geldiği yere, tepsiye baktı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOLUNAY
Fanfiction"Artık dokunamıyor kâkülün bulutlara Karalara bürünmüş saçlarında dolunay..." -N.Genç