Esir kaldığı odaya gözünü açalı dördüncü gün olmuştu. Diğer günlerin aksine artık evin bahçesine çıkabiliyordu. Tabii yanında Hamza olmadan yapamıyordu bunu. Eskiye nazaran daha sıcak ve güneşli olan hava, bahçenin güzelliğini ortaya çıkarmıştı. Karaca buraya çıkınca en azından mutlu ve iyi hisseder olmuştu.
O olaydan sonra Kulkan'ı bahçede gördüğünden beri bir daha görmemişti Karaca. Bu evin içinde köşe kapmaca oynuyor gibilerdi. Zaten yemeğini de odasında yiyordu artık. Evin içindeki bu sessizlik canını sıksa da huzurunu ve sakinliğini koruyabiliyordu. Arada camdan dışarıya bakıp ailesinin kendisini ne zaman bulacağını düşünüyordu Karaca. Biliyordu onu geride bırakmazlardı ama yine de umudu her geçen dakikada bir kırıntı da olsa azalıyordu. Sonra babası geliyordu aklına. O olsaydı, eğer yaşasaydı; belki de geldiği gün dönerdi Çukur'a. Dolan gözlerinden akan bir damla yaşı sildi. Önündeki çiçeğin üzerindeki yabani otları eliyle alıp kenara bıraktı. İçine çektiği temiz havayla kalbine çöken ağırlığı biraz olsun azalttı.
"İyi misin Karaca kızım?"
Hamza'nın sorusuna arkasını dönmeden başını sallayarak cevap verdi Karaca. En başından beri kendisine samimi gelen bu adam, o olaydan sonra daha da babacan tavrıyla sevecen gelmişti kendisine. Artık kendisi ona 'Hamza Abi', o da kendisine 'Karaca Kızım' diyordu. Hoş birbirlerine böyle seslenecek çok vakitleri olmayacaktı ama yine de burda geçirdiği zamanlarda yanında yoldaş gibi olmuştu Hamza. Eğildiği yerde irkilmesini sağlayan o yüksek sesi duyunca kaşları çatık ayağa kalktı Karaca. İki gündür görmediği adamın önce sesini, sonra bedenini, ardından da iki gün önceki karşılaşmadan aşina kokusunu fark etti Karaca. Adam kendisini buraya getirdiği akşamdan farklı olarak sakal tıraşı olmuş, uzun saçlarını da serbest bir şekilde kendi haline bırakmıştı. Onu gördüğünden beri süzdüğünün farkına varan Karaca, kendi kendini uyarıp Kulkan'ın telefonda söylediklerine odaklanmaya çalıştı. Ne demişti adam?
"Ne demek bulmuşlar? Sen benimle dalga mı geçiyorsunuz Çaça? Hani burayı sen hariç kimse bilmiyordu?"
Birkaç saniye sessiz kalan Kulkan, telefonun karşısındaki Çağatay'ın konuşmasına izin vermeden az önceki yüksek sesli halinin aksine oldukça sakin bir şekilde konuştu.
"Çünkü sen söyledin zaten di mi?"
Karaca duyduklarıyla Hamza'ya döndü. Olanları anlamaya çalışıyordu. Ne yani onu bulmuşlar mıydı? Ne zaman kurtulacaktı burdan?
"Ooo enişte! Gözüm yollarda kaldı nerelerdesin?"
Telefonda konuşmaya devam ederken arkasındaki, kapıda duran adamlara eliyle emir verdi Kulkan. El işareti ile verilen emri anlayan adamlar, evin etrafını kontrol etmek için iki farklı tarafa dağıldı.
Telefonun ucundaki Yamaç'ı dinleyen Kulkan, işlerin sarpa sardığını ve Çağatay'ın onların elinde olduğunu öğrenince ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Bakışları çaprazındaki, esen hafif rüzgardan kara saçları yüzünü okşayan kadına kaydı. Bir süre izledi onu. İki gündür onu sadece iki kez görebilmişti. Karaca bunu ne kadar bilmese de. Yamaç'ın küfürlerini ve tehditlerini dinlerken onun düşündüğü tek şey Karaca'yı bir daha göremeyecek olmasıydı. Aklına düşen bu düşünce sıkıntılı bir nefes verip gözlerini Karaca'dan kaçırmasına sebep oldu.
Yüzüne kapanan telefonu kulağından indirip herkesin duyabileceği bir küfür savurdu.
"Gel amına koyayım, gel. Bekliyorum."
Kulkan telefonunu cebine koyup Hamza'ya döndü.
"Şunu odasına bırak, yanıma gel."
Karaca duyduklarıyla çattığı kaşlarını iyice ortada birleştirdi. Kolundan tutan Hamza'nın elini ittirerek adamın gergin yüz ifadesiyle dalga geçerek konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOLUNAY
Fanfiction"Artık dokunamıyor kâkülün bulutlara Karalara bürünmüş saçlarında dolunay..." -N.Genç