Simgeciğim, Seni Seviyorum.

134 40 38
                                    

Canparemin öpücüğünü beklerken, elim uzandı yastığımın altındaki "Yalnızlığın Esareti " adlı kitaba. Dün geceden beri parmaklarımın sıcaklığı üzerinde duruyor. Bütün günün yorgunluğunu taşıyamayan gözlerim, bu kitaba başlamama izin vermemişti. Sadece şöyle bir gezdirdim parmaklarımı , daha önceden gezdirilen parmakların izleri üzerinde.

Bazıları acı, bazıları isyan, bazıları da nefret dolu dokunuşlardı bunlar belli ki. Benimki nasıl bir dokunuş olacaktı bitirdikten sonra, çok merak ediyorum.

Bu heyecanla kalbimin dallarının üzerinde , pır pır kanatlanmayı bekleyen küçük bir kuş yavrusunun cıvıltısını duyuyorum.

Birden telefonuma gelen mesaj sesi, bu heyecanı yarıda kesti. İstemsiz bir şekilde elim telefona gitti.
Annem öpmeden önce Simge öpmüştü beni. Öpücük emojisi. Hiç eksik etmez.

- Ahhh Simge! Oldu mu şimdi bu?

Bugünün sihrini bozmuştu. Kesin bir uğursuzluk yaşayacaktım.

Her insanın olmazsa olmazım dediği biri vardır hayatında muhakkak. Çocukluktan beri tanıdığım Simge, benim hayatımın olmazsa olmazlarındandı.
Bir ekmek diliminin üzerine sürülmüş kaymağın üstündeki çilek reçelinin çileklerinden biriydi Simge. Doğal, taze, tatlı mı tatlı...

Az mı dolanmıştık onunla, hayatın çitlerinin etrafında. Şimdi diyetisyen oldu da benim kilolarıma kafayı taktı. Mesaja da yazmış, saat öğleden sonra üçte yürüyüşe çıkacağız, unutma, İtfaiye Parkı'nda.

Topu topu üç, dört kilo fazlılığım var. Duyanda on, onbeş kilo zanneder.
Dün de çıkmıştık yürümeye. Her gün çıkmak için bana rüşvetler sunuyordu el altından. Küçük çocuğu kandırır gibi kandırıyordu beni. Ben de kanıp kanmamak arasında gidip geliyordum.

- Helal olsun Simge!

* * * * *

Birden dünkü yürüyüşten sonra uğradığımız sahaf geldi aklıma. İlk defa gitmiştim.
Dünkü rüşvet, seni bir sahafa götüreceğim, bayılacaksın buraya, demesi olmuştu. Haklı çıktı.

Burası, daracık bir oda gibi olmasına rağmen boyundan büyük işler yapıyordu. Her türden binlerce kitap , burada nefes alıp veriyordu.

Omzuna dökülen uzun kır saçlarıyla birkaç insanın gülüşünü aynı anda barındıran güleç gözleri, hangi kitapları isteyeceğinizi anlıyor gibiydi. Bir harita gibi hayatının iniş çıkışlarını , alnındaki çizgilerden çözebilirdiniz. Bu daha sonraları, Dedekorkut amca diye tanımlayacağım sahaf amcanın, kağıdın icat edildiği dönemden geldiğini bile düşünebilirdiniz. Belki de o yüzden kitapların tozunu almıyordu.

Sanki bütün dükkanlar istila edilmiş de bu adamcağızı buraya tıkmışlar gibi sadece nefes almak için bir parça yer vardı. Toz kokuları, kitap kokularına karışmıştı. Bir iki öksürükten sonra anca kendimize geldik Simgeyle.

Diri bir sesle :

-Nasıl bir kitap arıyorsunuz evladım, dedi.

Hiçbir fikrim yoktu. Gözüme ilk çarpan, cilalı kitapların arasında gövde gösterisi yapan, eciş bücüş ezilmiş bir kitap bile olabilirdi ya da benimle yaşıt bir kitap.

O an, enteran bir hissin üstüme hücum etmesini bekliyordum. Epey bir zaman geçti.

O sırada, dükkanın ince ayrıntısını da çiziyordum kafama.

Simge istediği kitapları almış, beni izliyordu. Göz göze geldik. Bu, bir an önce bir kitap seç artık bakışıydı.

Biz gözlerimizle konuşuyorduk, tozlu kitaplarla dolu bir sahaf dükkanında.

Bir aşk hikayesi mi başlıyordu yoksa?

Evet, Simge'ye aşıktım, itiraf ediyorum.

Onun o kendi ayakları üzerinde duruşuna, kudretine aşıktım. Biraz da ukalalığına. Ukalalık kimseye yakışmazdı bu kadar.

Uzun , simsiyah kıvırcık saçlarına yakışan, o iri iki çift, kopkoyu gözlerine aşıktım.
Arada sırada aşk şiirleri de atardım telefondan, apaçık aşkımı da itiraf etmişliğim olmuştur.

:)))

- Hadi beee! dedi.

Ben ona olan aşkımı düşünürken.

-Gıcıktı işte, geri alıyorum aşkımı. Aşkım harcanır bunun elinde!

Neyse ki gökyüzündeki meleğin biri acıdı da halime, yüksek bir rafta, yıllar öncesinden kalmış gibi heybetli duran bir kitabı işaret etti eliyle.

-İşte, dedim.

-Nihayet, dedi Simge.

Dedekorkut amca, bir tabure bulup indirdi raftan kitabı. Elime aldığımda bir ürperti geldi, kalbimin en ücra köşesine tabure koyup oturdu ürperti.

Bir gamze belirdi Simge'nin yüzünde.

Ben bir kitap almıştım, Simge üç kitap. Paralarını ödeyip çıkarken son bir kez süzdüm bu sahaf dükkanını. Elimdeki kitabın da el salladığını hissettim bu sahaf dükkanına. Demek ki üzülmüştü, Dedekorkut amcadan ayrıldığına .

Kitabın adı ne? diye kısa bir cümle kurdu Simge.

- Yalnızlığın Esareti, dedim. Sen hangi kitapları aldın peki?

Birkaç isim söyledi, ben elimdeki kitabın büyüsüne kapılmış bir halde, sayfalarını karıştırırken söylediği kitapların hiçbirini de duymadım.

Son konuşmamız bu oldu Simge'yle. Öptüm yanağından. Ayrıldık, tekrar buluşmak üzere, daha doğrusu yürümek üzere.

* * *

Bu yürüyüş beni sarmıştı. İki aşık gibi yan yana yürüyüp, eskilerden söz edip , gıcık olduğumuz kişileri çekiştiriyorduk.

Aslında hiç sevmem birini çekiştirmeyi. Ama bazı insanlar da o kadar gıcıklıyor ki gıcık olmamak imkansız. Simge konuşmaya başlayınca, ben onu susturuyordum; unutup ben bahsettiğim de o da beni susturuyordu. Ama o kadar titiz davranmamıza rağmen, şeytan bir yerimizden gıdıklıyordu. Biz de kahkahalarla gülüyorduk Simge'yle.

Böyle gülüşe gülüşe yürümeye çalışıyorduk. Bazen oluyordu ki gülme krizinden yürümeyi bile unutuyor, duvarın veya bir ağacın kenarına geçip gelen geçen insanlardan kahkahalarımızı saklıyorduk bize deli demesinler diye . Yürümeyi hatırladığımızda ceza veriyorduk birbirimize.

-Bir beş tur daha hadi.
-Oldu canım!
- Sen güldürdün.
- Sen de güldün.

Gıybetin ne kadar büyük bir günah olduğunu okuduğumuzda, küçük dilimizi yutup yutup geri çıkarmıştık. Sonra ucundan kıyısından daldığımızda yine, nasıl helalleşsek diye hesaplar yapardık.

O esnada yürüyüş bir vicdan azabına dönüp de içimizi kavurduğunda, elimizdeki şişeden birkaç yudum alıp vicdanımızı serinletiyorduk güya.

* * *
- Aysuuu!

Canparem sesleniyor.

- Sofra hazır, hadi kızım!

Bu sefer öpmeye gelmedi annem. Demek ki hissetmişti Simge'nin öptüğünü.

Elimdeki kitap yine öylece kalakaldı, boynu bükük.

- Neyse kahvaltıdan sonra bir giriş yaparım.

Kitabı yastığımın altına bırakarak,  kendimi mutfağa attım. Canpareme bir günaydın diyerek elimi yüzümü yıkamak için lavaboya daldım. Omzuma dökülen birkaç saç telini toplayıp, aynanın refüşüne girdiğimde o da ne?

- Aaaa! Bu çizgide nereden geldi, dün yoktu?

Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya bu göz altındaki mor halkalar,
Neden böyle düşman görünürsünüz ,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

- Bana mı dedin Aysuuu!

-Yok anneciğim!

-Kendime!

* * * * *

YALNIZLIĞIN ESARETİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin