Tablodaki Güzel Kadın

79 33 27
                                    

Bir dilim keki ağzıma attım, küçültüğüm en son lokma boğazıma takıldı, öksürmekten gözlerimden yaş geldi, gözlerimin çanağı kanlandı .

Haram mı ettin Hülya ablam? Bana kızdığı birseyler mi vardı acaba?

-Yok canım, o beni çok sever, kızmaz asla. Kızsa da gelip yüzüme söyler.

Çok severim böyle insanları. Açık, duru, yalın... Edebi bir metinde aranması kadar bir insan kimliğinde de aranan özelliklerden olmalı bunlar. Bir de güler yüzlü , tatlı dilli, samimi olmalı.Tıpkı yeni tanıdığın birinin evine gittiğinde, buzdolabını açıp istediğin şeyi alıp yemek kadar kendini ona yakın hissedebilmeli .

Hissetmeli hissetmeli de hele de maske takınıyorsa, bir insanı hiç mi hiç tanıyamazsınız.

-Hiççç!

İçine bakarsınız buz, soğuk, cani. Canilik biraz ağır oldu gibi . Ama yok ağır değil. Sizi en zayıf noktanızdan yakalar, bir kanser gibi vücudunuza yerleşir, yavaş yavaş öldürür. Ölümlerin en kötüsü de budur. Acı çekerek.

İşte bu yüzden cani kelimesi ağır değil. Canilik kelimesini belki kimliğinde taşımıyor ama karakterinde vardır.

Özellikle maskesi rengarenk olanlardan da köşe bucak kaçın. Çekici görünmek için maskenin üzerine bir de makyaj yapmış olanlardan yani. Evlerinde aklınıza gelmedik işkence aletleri saklıyorlar dır. Bir eline geçtiniz mi alimallah, kıtır kıtır doğarlar sizi. Her bir parçanızı farklı çöp bidonlarında, poşetlerde bulurlar.

Sonra kendinize gelmeniz epey bir zaman alır. Çünkü hayat kaynağınız sömürülmüş, kırmızı yakut taşı yerinden çıkarılmıştır. Şimdi bul bulabilirsen o yakut taşı ve yerine yerleştir. Zor...

Gözlerimin önüne Simge'nin eski nişanlısı geldi. Onun maskesi de baya bir makyajlıymış. Kızcağız kendine gelemedi hala.

-Allah böyle hem maskeli hem de makyajlı kişilerden korusun. (Amin)

* * *

Bej renkli koltuğuma oturduğumda saat 13.30 idi. Simge ile buluşmaya daha çok zaman vardı. Koltuğun bir köşesine fırlattığım, elimde ateş olan kitaba gözlerim takıldı. Sanki okumak istemiyordum, içime bir ağırlık çöküyordu. Ama elimden kurtulamazdı .

Derin bir nefes alıp ilk sayfasını açtım. Şöyle yazıyordu :

* * *

Kendime karşı dürüst olmanın zamanı geldi. İpliğe boncuk dizer gibi dizeceğim kendimi cümlelere. Belki bu boncukların bazıları beyaz, bazıları kapkara, bazıları ise turkuaz.

Bu benim bengütaşım olsun, ebediyen yaşasın satırlarda.

Ayağının altına serdiğim bu sonbahar yaprakları hışırdayarak ezilecek, eline aldığın her kelime ise bir can bulacak toprakta, bir tohum gibi.

* * *

Bu satırlar son nefesi veren bir insanın son sözleri gibi. Sanki yanında elini tutuyordum sımsıkı. Dudaklarım dua okuyordu mırıltılarla. Gözlerinin son ışıltısı kaybolmak üzere idi.

Ama o da ne, elini tuttuğum bu kadın, rüyamda elini uzatan beyazlar içindeki o zarif süliet idi. Şimdi ise elini tutuyordum son nefesinde. Ama bu nasıl olurdu?

Rüyamda gördüğüm kadının tablosu çizliyordu gözlerimin önünde.

Bilinçaltım oyun mu oynuyor yoksa benimle? Bu tablodaki kadını daha önceden tanıyıp tanımadığımı düşündüm. Ola ki yıllar önce gözümün penceresine çarpmış olsun. Ya da nefret ettiğim bir insan mıydı ki bilinçaltım onu en kuytu zindanlarına attı da fırsatını bulup çıkarttı , beni mi rahatsız ediyordu? Fakat bu güzel yüzden nefret etmiş olamazdım. En masumane bakışıyla gözlerime baktı, elimi sıktı ince uzun parmaklarıyla. Biraz daha sıksa parmakları kopacak gibiydi. Elleri buz gibiydi, tıpkı ayaklarımın derenin sularındaki soğukluğu kadar.

YALNIZLIĞIN ESARETİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin