Bir sarsıntıyla uyandım. Biri beni sarsmış, uyandırmıştı yatağımda. Yoksa alt ranzada yatan Nuran mı dönmüştü sağa sola?
Hayır, evimdeydim . Gece bunları düşünmekten, zihnim benimle oyun oynuyordu sanki.
Uykulu gözlerimi gezdirdim odada. Ama kimse yoktu etrafta. Kalktım, zorlanarak.Canparemin odasının kapısında bir müddet dikildim. Yorganın altındaki kabartıyı izlemeye başladım. Güzel rüyalar görür gibi horuldaması kulağıma geliyordu. Canparemin horuldaması, beni hiç rahatsız etmezdi. Hafif, ara ara gelen sesi hoşuma da giderdi. Mutlu olurdum . Küçükken ölümden bahsedildiğinde, annemin babamın uykuda öleceklerini düşünüp, gecenin bir yarısı kalkar, başlarında bekler, nefes alışverişlerini kontrol ederdim. Onlar bunu bilmezdi tabii. Birden o geldi aklıma. Şimdi kontrol etmeme gerek yoktu, annemin sesi, ta yatak odama kadar geliyordu çünkü. İçimi rahatlatıyordu bu horultu.
Şimdi ona sarılıp, onunla uyumak istiyorum. Yumuşacık tenine dokunmak, fırında fısır fısır pişen çöreğe dokunmak gibi gelirdi. Bu yüzen fısır çöreğim diye seslendiğim de oluyordu.
Kendimi kötü hissettiğim zamanlar, yanına girerim; tıpkı yıldırımdan korkup, kucağına sığındığım zamanlardaki gibi.Küçücük aklımda yıldırımlar, "taktaklar" olarak kalmış. Taktaklardan korurdu annem işte beni. Şimdi taktaklar yok belki ama hayatın acımasızlığı var.
Yanına uzandığımda uzun uzun bakışırız. O bakışta kim bilir, neler geçer aklımızdan? Daha dün beşikte salladığı uyuyan minicik yavrusunun şimdi boyunu geçtiği gelir aklına. Benimse koruyucu meleğimin onca yıl, karşılıksız yaptığı fedakarlıklar. Etiyle kemiğiyle bir melekti anneler.
* * *
Odalarda gezinmeye başladım, sanki bir şey arayacaktım ama aradığım şeyi unutmuştum. Biraz düşünmem gerekiyordu ve uyuyan zihnimi uyandırmak.
Ortalık ağarmıştı fakat yağmur bir güzel yıkamıştı sokakları ve hatta çisil çişil yağarak temizliğine devam ediyordu. Gökyüzündeki kara kara bulutlar, birbirleriyle güreşir gibi üst üste yığılmıştı. Gün ışığımı hapsetmişlerdi. Demek ki o yüzden gelmemişti beni uyandırmaya.
Pencereme vuran damlaları seyrediyordum . Bir damla aşağı doğru süzülerek, yolu üstündeki bütün damlaları içine hapsediyordu. Küçücük damla, canavar gibi büyüyüp bakıyordu pencereden bana.
Aslında bu kocaman canavarı değil de beyaz kar tanelerini izlemek isterdim. Ne kadar çok özlediğimi hissettim karı, kar topunu, kardan adamı...Boynuna atkıyı, burnuna havucu takmayı.
Kardan adamı özlerken birden üşüdüğümü anladım. Kombi yanmıyor muydu? Elimi kaloriferin peteklerine dayarken yurdu ve Sultan'ı da özlediğimi farkettim. Ne yapıyordu şimdi acaba?
Birden Osman abisini anlatışı geldi aklıma. Nuran, Huri ablasından bahsederdi, o ise Osman abisinden. Osman abim şunu yaptı, Osman abim bunu yaptı. Sanki topraklarına toprak katan bir padişahı anlatırdı.
Öyle bir portre çiziyordu ki gözlerimizin önünde Fatih'in portresi , tarihte olmayan IV. Osman 'ın portresine dönüşüveriyordu. Çengelli burun, çıkık bir çene, bıyık ve sakallı bir yüz. Tipim değildi ama ne hikmettir tanıştırmadı beni Osman abisiyle. Kıskandı belki, evleneceğimi düşündü. Osman abisi de bu arada teyzesinin oğluydu. Biz, dört yıl sonra, Huri abla ve Osman abi ile mezun olduk. Sultan'ı, Osman abisiyle birlikte kabul etmiştim. O da işte, bundan sonra benim yurttaki hayatımın Simge'siydi.
Üniversiteden sonra da Nuran'la aynı mahallede dostluğunuza devam edecektik, aynı panikle. Kek yapıp birbirimizi davet edecektik. Onun da Huri ablasının portresi, bir tablo gibi duvarımızda asılı duracak ve biz o portreye bakıp bakıp havadan sudan bahsederek, çayımızı yudumlayacaktık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YALNIZLIĞIN ESARETİ
Spiritual"Yalnızlıkla tanışmak mı istersiniz? Bir gölge yoksa gölgenize eğilen , işte o zaman tanışmışsınız demektir. Yalnızlık, sadece bana ait olmalı. Yaşayana ..."