2

12.1K 783 479
                                    

Babamın laflarından kaçmak ister gibi koşarak çıktım evden. Başım felaket ağrıyordu, bir de onu dinleyemeyecektim. Ceketimin cebinden bir dal sigara çıkarıp, ateşledim.

İçime derin bir nefes çekerken, okula yakın bir yerde oturduğum için ailemi tebrik ediyordum. En azından dolmuşlarda sürünmemek de iyi bir şeydi.

Kulaklıklarımı takıp, öylesine bir şarkıya bastım. Gözlerim kapanıyordu ve kendimi oyalamak için bir şeylerle meşgul olmalıydım.

Yanımdan bir araba hızla geçerken, irkildim. Bu kadar hızlı araba kullanmaya gerek var mıydı cidden?

Umursamamaya çalışarak okula doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğimde, sigarayı yere attım. Kafamı duvarlara vuracaktım şimdi, o kadar uykum vardı ve başım ağrıyordu ki.

Nöbetçilerin durduğu bölümün, duvarına yaslandım. Tam da müdürün konuşmasına denk gelmiştim. Hafif eğilip, çıkıntıya oturdum.

Başımı yavaşça duvara vurmaya başladığımda, bir gölge düştü üstüme. "Neyin var senin böyle?" diye sordu. Elini başımın arkasına yerleştirmişti. Tek gözümü açıp, kimin olduğuna baktım.

"Bir şey yok hocam." diye geçiştirdim Murat hocayı. Kimseyle muhatap olacak gücüm yoktu. Şu an dünyadan silinsem, dünyaya büyük bir iyilik yapmış olurdum hatta.

"Hiç iyi görünmüyorsun, evde mi durumlar karışık?" dedi bu seferde. Benim için endişelendiğini düşünecektim şimdi. Bu samimiyet ne alakaydı?

Ayağa kalktığımda, eli öylece kalmıştı. "Bir şey yok dedim hocam." diye geçiştirdim. Terbiyesizlik yapmak istemiyordum.

Uzun uzun beni inceleyip, çantasını bacaklarının arasına aldı. Kravatıma uzanıp düzeltti. Saçlarımı geriye ittiğinde, sinirli bir şekilde onu izliyordum.

"Öğrenci gibi dur." dedi uyarır bir tonda. Beni umursamadan okuldan içeri girdi. Arkasından dakikalarca öylece beklesem de, omuz silkerek içeri girdim.

Bütün sınıflar okulun kapılarına bir anda yığıldığında, yorgun bakışlarımı üzerlerinde tuttum. Sabahın köründe bu enerjiyi nereden bulduklarını asla anlamayacaktım.

Öğrenci girişinden girmeyeceğimi anladığımda, öğretmenler kapısına yöneldim. Müdürün kızgın bakışlarına denk geldiğimde, bahçede çevirdim gözlerimi.

Murat hoca bana bakıp gülümsedi. Yanıma doğru gelip, bir elini omzuma attı. "Bende anlamıyorum bu öğrencileri." dedi.

Benimle konuşa konuşa öğretmenler kapısından içeri girdiğimizde, baş selamı verip, çıktım kolunun altından.

Asansöre binip, sınıf katına çıktım. Koridorda yürürken tek temennim, sınıftakilerin ölmüş olmasıydı. Çıt çıksa, kafamı duvarlara sürtecektim.

Sınıftan içeri girdiğimde, herkes bir köşeye dağılmış, kendi arasında konuşuyordu. Kendi sırama ilerleyip, camı açtım. Yayvan bir şekilde masaya yattım.

Ağrı kesiciye ihtiyacım vardı, yoksa günü böyle kapatamayacaktım. Öğretmen sınıfa girene kadar uyumaya çalıştım.

Gözlerimi kapatmaktan ileriyle gitmemiştim tabii ki. Murat Hoca sınıfa girdiğinde, yerimden kalktım. Eliyle oturmamızı işaret edip, bana döndü.

Bu adamın bakışlarında çözemediğim bir şey vardı. Çok tehlikeli, aynı zamanda da çok utangaç duruyordu. Ama gözlerindeki ışıltı beni ürkütmüştü.

Bu bakış normal bir bakış değildi çünkü. Anlardım ben. Bir adamın gözleri bu kadar güzel bakamaz, böylesine parlayamazdı.

Kafamı çevirip, oturdum. Telefonumu sessize alıp, çantama koydum. Kitaplarımı çıkartıp, önüme bıraktım.

Tekrardan hocaya döndüğümde, ellerini masanın üstüne koymuş, sınıfı inceliyordu. "Direkt olarak konularla başlamak istemiyorum." dedi. Masasından çekilip, sıralar arasında dolaşmaya başladı. "Önce sizi tanımak istiyorum. Amaçlarınızı, hedeflerinizi bilmek istiyorum."

Beyaz gömleğiyle çok şık dursa da, dövmeleri ürkütücü bir hava katıyordu. Siyah kot pantolonu, marka ayakkabıları, sıraların arasında gezerken burnuma ulaşan parfüm kokusu...

Sertçe yutkundum. Söz hakkı verdiği öğrenciye döndüm. "İsmini söyleyerek kendini tanıtır mısın?" dedi.

Beril saçlarını geriye savurdu. "Beril ben, on yedi yaşındayım. Annem kuaför, babam mühendis. Annem avukat, babam doktor olmamı istiyor." dediğinde, Murat hoca başını iki yana salladı.

"İstemediğim şey işte bu arkadaşlar." dedi, parmaklarını bir sıranın üstüne vuruyordu. Elleri çok güzeldi. Damarlı ve uzun parmakları vardı. "Ben sizi tanımak istiyorum, ailenizi değil."

Sırtını incelemeye başladım. Vücudu fazla iyiydi. Spor yaptığı belliydi. Bir anda bana doğru döndüğünde, göz göze geldik. Hafifçe gülümseyip, "Asaf." dedi. "Sen bize kendinden bahseder misin? Hayatındaki amaçlarından, hedeflerinden, ileride kendini nerede görmek istediğinden?"

Gözlerimi kırpıştırıp, gözlerinin içine içine baktım. "Hiçbir yer." dedim. "Kendimi görmek istediğim yer üç metre." diye kestirip attım.

Gerçekten benim gibi bir adama gelecek mi soruyordu, aklını kaçırmıştı.

"Neden böyle düşünüyorsun?" diye sordu. İnatla konuşmak istemesi sinir ediyordu artık beni.

"Hocam o sınıfın jiletçisi, bırakın kendi haline." dedi ön sıralardan bir çocuk. Haklı olduğu için hiçbir şey demedim. Desem de değişmeyecekti zaten.

Bakışlarını benden çekip, başkalarına söz hakkı verdiğinde, cama doğru döndüm. Okulun karşısındaki ağacı izlerken, ne ara teneffüs olduğunu anlamamıştım.

Sınıftan herkes bir anda çıkarken, kantine ikinci teneffüs gitmeye karar verdim. Böylesi daha iyi olacaktı.

Ceketimin cebinden sigara paketini alıp, sınıftan çıkmak için adımladım. Öğretmenler masasının önünden geçerken, "Asaf." dedi Murat hoca. "Biraz durur musun?"

Başımla onayladığımda, sınıfta kalan kişilere döndü. "Arkadaşlar bize biraz müsaade edebilir misiniz?"

Sınıftakiler ikimize bakıp, çıktılar. Kapıyı kapadıklarında, Murat hoca bana döndü. Elinde tuttuğu hapı bana uzattığında, itiraz etmeden aldım. Suyu açıp, içmem için verdi.

Suyu geri bırakırken, bileğimden yakaladı. Gömleğimin kollarını yukarı çekiştirdiğinde, elimi çekmeye çalışsam da izin vermedi.

Kesik yerlerin üzerinde parmaklarını gezdirdi. "Bu hayattan vazgeçmek için sence de çok küçük değil misin?" diye sordu.

Ona bakıp, gülümsedim. "Acının yaşı var mıdır hocam?" dedim. Cevap vermesine izin vermeden, "Yoktur." diye yanıtladım kendimi. "Ölümün de, vazgeçişin de yaşı yoktur."

Gözlerine çöken huzursuzluğu izledim saniye saniye. "Belli bir zamanımız var, ve o andan önce ölmeyeceğiz." dedi. Haklıydı. "O zaman gelene kadar hayatının tadını çıkar, bir kez daha gelemeyeceksin nasıl olsa."

Usulca elimi çektim. "Çıkabilir miyim?" diye sordum. Uzunca bana bakıp, kapıyı gösterdi.

-

EE NOLDU SİMDİ??

ÖĞRETMEN -GAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin