Ahmet
“Bir çay daha vereyim mi abi?”
Geldiğini bile yeni fark ettiğim çırağımın yüzüne bakarken söylediğini algılayabilmek için bir iki saniye bekledim. Sabahki olayı tekrar tekrar zihnimde oynatmaktan kendimi alamıyordum. Böyle birşey ilk defa oluyordu.
“Çok iyi olur abicim. Sana zahmet demli bir tane ver. Hatta kendine de kap gel içelim.”
Başını sallayıp giden çocuğun artık var olmadığı yere bakarken, hâlâ düşünüyordum. Bu gerçekten ilk defa oluyordu. Birini ilk defa bu kadar çok ve takıntılı bir şekilde düşünüyordum. İstemsizce zihnim belirli sahneleri tekrar tekrar oynatıyordu. Bunu gerçekten bilerek yapmıyordum. Dalıp gittiğim yerde aniden o beliriyordu.
Mesela Bilge’nin adımı söyledikten sonra dudağının köşesindeki kıvrılma anını, durumu kurtarırken oluşan haylaz tavrını, poşetleri doldururken bir iki kere göz göze gelişimizi, saçını arkaya atışını,el sıkışmamızı...
Kısacası onunla tekrar tekrar tanışıyordum. Ve eminim bu normal değildi. Üstelik bahsi geçen Bilge’nin Muzaffer abinin Bilgesi olması da hayli yüksek ihtimaldi.
“ Geldim abi şöyle bırakıyorum.”
Yeniden sesini duyduğum çırağıma bakarken hafifçe başımı salladım.
“Eyvallah koçum sağol.”
Onur buranın bel kemiği gibiydi. Hızlı öğrenir, yetişebildiği her işe bakar ve hızlı koşardı. Burayı açtığımdan beri benimle olan neşeli bir çocuktu. Liseye giderken hafta sonları geldiği tamirhaneye liseden sonra temelli işe başlamış, üniversite sınavında batıran çoğu genç gibi o da bir meslek edinme derdindeydi.
Aslında tamirhane benim tek gelirim değildi. Babam da babasından kalan arazileri satıp oğullarının her birine bir ev almış ve iş imkanı sağlamıştı. Abim şu an kendi evinde oturuyor, Enes ve ben ise evlerimizi kiraya vermeyi tercih ediyorduk.
Ama evim olmasaydı da tamirhane beni geçindirmek için yeterli olurdu herhalde. Gezip tozan ve para harcayan bir insan değildim. Benim için her yeni insan yeni bir önyargı demekti. Yeni meraklı bakışlar, bakmıyormuş gibi yapıp yüzümü gösterip yanındakini dürtmeler, fısır fısır konuşmalar, beni yeni insanlar görmek konusunda olumsuz bırakıyordu.
Bilge hariç. O her yönden ilkti.
İlk defa biri bana yüzümü unutturmuştu. Hatta yürürken bir süre düşünmüştüm acaba görmemiş olabilir mi diye. Ama sonra imkansız olduğunu fark etmiştim. Çünkü yüzümün gereksiz tarafı fark edilmeyecek gibi değildi. İnsanlar gözlerimden önce oraya bakardı.
Bilge hariç.
3.kişi
Ahmet bir konuda bilmese de yalnız değildi. Çünkü Bilge’nin zihni de tıpkı bir kayıt cihazı gibi Ahmet’in mahçup ve yüzüne bakamayan tavırlarını oynatıp duruyordu. Yüzünün tek tarafını gizlemeye çalışan hareketleri Bilgeye fazlasıyla sevimli gelmişti. Kaldı ki ona göre yüzünün gizlenecek bir tarafı da yoktu. Adamın boyunu posunu da dikkate aldığında korku salan bir görünümü olduğunu kabul ediyordu. Ama asla rahatsız edici değildi.
Hatta ona çok sevdiği bir animasyon filmini hatırlatmıştı. Ahmet’in de görüntüsüne ve cüssesine tezat olan mahçup ve sevimli tavırları tıpkı Ferdinand gibiydi. Kendi kendine gülümsediğini fark eden Bilge, müsait olduğunda bu filmi tekrar izlemek için aklına not etti.
Evinin işi zar zor da olsa bitmişti. Şimdi sıra dışındaydı. Ortalama bir bahçesi olan ev içten çok iyi görünse de bahçesi fazla bakımsızdı. Bilge de buna çözüm bulmak için birkaç sipariş vermiş ve bir de köpek sahiplenmeye karar vermişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüz Yüze
General Fiction(Alıntı) Hangi yangın birinin geleceğine kadar yakar ki? Hangi ateş insanın özgüvenine düşer? Ya da nasıl bir alev ruhuma kadar sıçrayabilir? Yüzüme bakıyorum, ellerime bakıyorum bir türlü çıkar yol bulamıyorum. Kim beni gerçekten görebilir ? Aynala...