21. Bölüm

2.2K 244 82
                                    

Halime hanım, o gece sabaha karşı eve gelen Ahmet'i sorgulamak için uyumamıştı. Sırıtarak eve giren oğluna bir an kızacak gibi olduysa da mutluluğuna kıyamamış ve sorgudan da azar çekmekten de vazgeçmişti.

Çünkü Ahmet'in yüzündeki utancın ve mutluluğun izlerini tanıyordu.
Hatta o izlerin sahibini de biliyordu. 1.60-70 boylarında çıtı pıtı, güleç, güzel yürekli bir yavruydu. Hem dönem uzatan oğlundan duyduğuna göre, o yavrunun da bu gece doğum günüydü  ve Ahmet'in şarjı bittiği için haber verememişlerdi.
Ayrıca oğlu da artık eşşek kadar olmuştu her saat başı haber vermeye gerek var mıydı canım!

Yüzündeki sırıtmayla içeri girmek durumunda kalan Ahmet için ise dünya pembe bir bulutun üzerindeydi.
Arabada dinledikleri son şarkı kafasında bir plakta dönerken gecenin parçalarıyla bir klip çekiyordu.

İlk sahnede Bilge sahilde kumlara uzanmış, ciddiyet içinde çok önemli bir şeyler anlatıyordu.
Yanlış hatırlamıyorsa, şehir ışıklarının yıldızları ele geçirmeye çalışan gizli bir tarikat olduğundan bahsediyordu. Ona göre yaktığımız her ışık bir yıldızın yatağından kaçırılmasına sebep oluyormuş. Hatta yavrusunun yokluğunu fark eden anne veya baba yıldızın tansiyonu düşüp bayılması sonucu da yıldız kayması oluşuyormuş.
Olaylar olaylar.

İkinci sahne ise üşüyüp arabaya geçtikleri bir andan geliyor. Bu sefer anlatıcı Ahmet. Genellikle yangından öncesini büyük bir gülümseme ile anlatıyor. Çok sonra laf arasında "arabasını kaçırıp duran Enes'i yok etme" projesinden de bahsetmiyor değil. Hatta neredeyse bir PowerPoint sunumu kadar ayrıntılı anlatarak zahmetten kaçınmıyor. Bilge ise projenin bolca yatırımcı alacağını belirterek Cengiz bey ile ortak olmasını öneriyor. Ahmet ise bu öneriyi aşırı mantıklı bularak bir toplantı ayarlayacağını söyleyerek sahneyi kesiyor.

Sonraki sahnelerde de bolca gülümseme, insanları görmezden gelme, biraz mum ve çokça güzel anı  mevcut. Hiç bitmeyen ve hiç var olmayan bir klip.

Her şeyin sonucunda Ahmet yine buradaydı işte.
Saat gece 03:30'u gösterirken, Bilge ile evlere dağılmak (ki ayakların geri gittiğini belirtmek gerekir) son bir saattir yaptıkları en zor şeydi.
Hatta Ahmet'e göre bu günü tekrar yaşayamayacak olması hayatın kötü taraflarından biriydi.

Film değildi ki dönüp tekrar tekrar izlesin. Kitap değildi açıp özlediğince okusun. Öyle gökten ışıkla inmiş bir efsundu bu gece.
Özdemir Asaf'ın şiirindeki her uyku kelimesi mutlulukla yer değiştirse anca anlatırdı halini.

"Gecede bir uyku,
uykunun içinde ben...
Uyuyorum,
uykudayım,
yanımda sen."

Eğer şair ölmemiş olsaydı, bu şiir hakkında değişiklik önermek için mutlaka yanına giderdi. Mesela şöyle olabilirdi;

"Gecede bir mutluluk,
umut içinde ben...
Mutluyum,
umutluyum
yanımda sen."

Ah be.
Şimdi nasıl şişeye koyacaktı bu mutluluğu?
Kalan ömrü kadar saklamak mümkün müydü?

Muhtemelen değildi ve bu durumda yapacak tek birşey kalıyordu.
Neticede mutluluk paylaşarak çoğalırdı.
Kafasında hâlâ bir şarkı çalıyorken, ona ima ile bakan annesinin de elinden tutarak dansa kaldırışı tamamen bu yüzdendi.
Ara sıra kahkaha atan Halime hanım kocasının uyanıp kapı ağzından onları izlediğini bile fark edememişti.

"Ahmet?"

"Söyle annem."

"Hep böyle,bu kadar güzel kal olur mu annem. Seni kendine getireni de hiç üzme."

Elbet birbirlerini üzecek ve üzüleceklerdi. Bunu Halime hanım da biliyordu. Ama şunu da biliyordu ki iki düşmüş melek birbirini asla bilerek incitmezdi.
Bu yüzden gülümseyerek mırıldanan oğluna ayak uydurmaya devam etti.

Yüz YüzeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin