Bilge
“Sallanıyor bu dünya tutunmuş
Deli saçlarında.
Bir yol bulsam yeniden başlasam vücudunda.
Ben ben gibi değilim kayboldum rüzga...”
Şarkıyı biraz daha kısarken amcanın tarif ettiği (aslında edemediği) tamirhaneye gelmiş olduğumu fark ettim.
Bu arada;
Günaydın dünyalı dostlarım, günaydın yaz yağmuru,
Günaydın yol kenarındaki yalnız ağaç,yerinden çıkmış kaldırım taşı. Sana da günaydın Migroslu ucuz kişisel gelişim kitabı.
Sabahın bu saatinde buradayım çünkü tek renk takılmayı seven kara bahtım ve onun ahretliği kör talihim hayatımın fazla güzel gittiğine karar verdiler.
Oysaki bu sabah mutlu uyanmıştım. Gerçekten mutlu uyanmıştım. Çünkü mutlu olmamak için hiçbir sebebim yoktu. Mahalleye taşınmamın üzerinden iki hafta geçmiş, evle ilgili bütün işlerim bitmiş, online oyun işi de gayet iyi giderken neden mutlu olmayayım ki?
Cidden neden olmayayım?
Bingo!
Arabam bozuldu.
Aslında her şey bu sabah ufak tefek işlere koşmak için evden çıkmam ile başlamıştı. Mutluluğum şerefine saçlarımı maşalamış, en salaş ve günlük elbisemi giymiş, çok hafif de makyaj yapmıştım. Hatta kapıdan çıktığımda maşalı saçlarıma değen yaz yağmuruna bile kızmamıştım. Arabama kadar ıslık çalarak sallana sallana yürümüş, binmiş ve kontağı açmıştım.
Pardon açmaya çalışmıştım.
Üçüncü denememde çalışan arabam sevinmeme izin vermemiş ve çalışırken çıkardığı takur tukur boğuk sesler ile adeta bağımsızlık bildirgesini okumuştu.
Kıyamıyorum da güzel okumuştu kerata.
Şaka bir yana, başımı bir dakika kadar direksiyona gömmüş iki üç kere anlımı vurmuş ve hemen ardından telefonumu elime almıştım. Normal şartlarda GPS ile gayet rahat gideceğim tamirciyi, internetim olmadığını fark ederek manuel yollarla bulmaya çalışmıştım.
“Sora sora Bağdat bulunur “ mottosuyla çıktığım bu aziz yolu “ koklayarak daha kolay bulurdum” tespitiyle tamamlamış ve sinir hastası olma yolunda emin ve sağlam adımlar atmıştım.
Kardeşim madem bilmiyorsun neden yanlış tarif veriyorsun. Birine soruyorum ebenin sağında diyor, öbürüne soruyorum ebenin solunda diyor.
Yalancı kim oyunu mu oynuyoruz burada.
Hayret bişey ya.
Neyse sonuç olarak şöyle böyle buldum tamirciyi. Kapının hafif dışında tabure tepesinde çay içen gençten bir çocuk merakla arabaya bakarken başımla selam vermiş ve arabayı çalışır vaziyette bırakarak aşağı inmiştim.
“Hoş geldin abla buyur.”
Çay bardağını küçük tahta masaya bırakan çocuk ayağa kalkmış ve o da bana başı ile hafifçe selam vermişti.
“ Hoş buldum ablacım. Küçük bir arızamız var da. Buraya sen mi bakıyorsun?”
Aslında çocuğun çırak olduğunu daha inmeden önce anlamış ama emin olamamıştım. Yaş tahmin etme konusunda pek iyi değilim ama bu çocuğun 20 den büyük olamayacağı konusunda bahse girerim.
“ Yok be abla. Ustam bakar ama daha gelmedi. Normalde bu saatler gelmiş olurdu ama bu sabah senin şansına uyuyakalmış. Yüksek ihtimal gelmek üzeredir. Çok beklemeyiz. İstersen arabayı içeri alalım sonra da sana bir çay ikram edeyim.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüz Yüze
General Fiction(Alıntı) Hangi yangın birinin geleceğine kadar yakar ki? Hangi ateş insanın özgüvenine düşer? Ya da nasıl bir alev ruhuma kadar sıçrayabilir? Yüzüme bakıyorum, ellerime bakıyorum bir türlü çıkar yol bulamıyorum. Kim beni gerçekten görebilir ? Aynala...