Giriş

342 39 64
                                    


Mavi gökyüzü kızıl güneşe kucak açmaya başladığı, şafağın ilk saatlerinde yüzüme vuran soğuk rüzgarı yanıma almış yürüyordum. Sırtıma attığım siyah sırt çantamın ipleri omuzlarıma hafif hafif batsa da, uyku kokan bedenim hiçbir şeyi umursamayacak kadar uyuşuk ve hantaldı. Siyah spor ayakkabılarım okul ve arasındaki yakın mesafe yüzünden yollardan nasibini yıpranmayla başlamakla almıştı. Esneyerek, gözlerimi kırparak mahmurluğu bedenimden atmaya çalışıyordum.

Başımı güne şen olmak için doğmaya hazırlanan, yuvarlığın yükselişine çevirdim.

'Sıkılmaz mısın koca güneş, her gün istisnasız doğmaya?' sorduğum soru karşısında isterik bir gülüş döküldü dudaklarımdan. Güneş cevap vermeyi denese, ben olduğum yerde korkumdan can verirdim.

Oysa daha ölmek istediğim son şeydi. Zaten kim ölmek isterdi ki? Kızıl saçlarımın bukleleri gibi süslü hayallere gebeydi düşüncelerim ve bu hayallerin her bir köşesine sevdiklerimin kokusu sinmişti. Annem, Babam Sena ve ikizler. Birde o vardı Sinan... Benden hoşlandığını hatta beni sevdiğini söylüyordu.

Bir kaç saniye düşündüm. 'Peki ya ben, ben onu seviyor muyum? Hoşlanıyorum ve hatta seviyordum belki. Öyle olmazsa, onu hayatıma almazdım öyle değil mi? Oysa çok sonradan anlayacaktım ki, sevgi tek başına ikili ilişkide yeterli değildi.

On beş dakika yürüdükten sonra, okul kapısına gelip içeriye girdim. Telefonumda hala çalmakta olan şarkıyı kapatıp, kulaklığımla birlikte çantama koydum. Dördüncü kata çıkmak için merdivenlere doğru yürüdüm. Okul mavi ve krem renk boyanmış, dört katlı bir binadan ibaretti. Son katta olan sınıfıma gitmek için, birer birer merdivenleri çıktım. On ikinci sınıfların son katta oluşu, merdivenleri her çıkışımda söylenip durmama neden oluyordu.

Sınıfın mavi renkli ahşap kapısını usulca açtım. Sınıfa girdiğimde öğretmenin yokluğundan dolayı, öğrenciler gruplaşarak oturmuş eğleniyordu. İçeriyi dolduran uğultu ilk etapta kulaklarıma rahatsızlık vermeye yetmişti. Duvar kenarındaki sıranın sonuna kaydı gözlerim. Çift yumurta ikizleri Ali ve Arzu kardeşler, çoğunlukla olduğu gibi, hararetli bir tartışmanın içindeydiler. Bunların dertleri de neydi böyle?' Diye, içimden geçirdim.

Ali; uzun boylu zayıf biri olmasına rağmen, basketbol oynamasının verdiği avantajla gayet biçimli bir vücudu vardı. Kumral dalgalı saçları, ela gözleri, ince dudakları ve beyaz teniyle bir çok kızın dikkatini çekmesine sebep oluyordu.

Arzu ise Ali'yle benzeyen tarafları çok olmasına rağmen, tıpa tıp aynı denilemezdi. Ali siyah ise Arzu griydi.

Arzu'nun, simsiyah beline kadar uzayan düz saçları insanda dokunma isteği uyandırıyordu. Kahverengi ve sarının karışımı olan esrarlı gözleri, o bakışın rotasına takılan her insanda derin bir ah bırakmaya yetiyordu. Beyaz teninde çıkan küçük sivilcelere de sitem etse de Arzu, yüzündeki küçük kalkık burnuna ve olgun dudaklarına bakan hiç kimse iki arsız sivilcenin farkına bile varmıyordu. Hele o dudağının üstündeki beni gören çoğu kız göz kalemiyle dudaklarına sahte ben çiziyordu. Buna rağmen, Ali'de, peyda olan özgüven Arzu'da yoktu ve insanlara karşı hep kapalı kutuydu...

"Bak kızım! ben senin ağabeyinim, iki dakika senden büyüğüm ve buda bana saygı göstermeni gerektiriyor." dedi, kollarını birbirine kenetleyerek. İkiz tanıdığı olanlar çok iyi bilirler, bu muhabbet onlar da sıkça duyulur.

"Saygı yaşa değil, şahsa verilir bu bir. Birimizin bile hoşlanmadığı, hiç kimse gruba giremez buda iki. Ha... Ayrıca ikinci kuralı sen koydun. " Dedi, Arzu.

"Evet, maalesef ki ben koydum ama bir kerelik görmezden gelsek olmaz mı? Of görmen lazım kız çok tatlı." dedi, dudaklarını öpücük gönderir gibi büzdü ve; "Arzu'm, güzel kardeşim; lütfen uslu bir kardeş ol ve bir kerede bana zorluk çıkarmayı bırak! " dedi.

"Olmaz... Sana kalsa bütün kızlar aşırı tatlı ve güzel." dedi Arzu; Ali'ye göz devirerek.

"Bu sefer farklı galiba, bu kıza aşık olacağımı hissediyorum."

Evet kesin öyle olmalıydı. Biraz daha şu manasız tartışmanın dışında kalıp bu iki yaramaz kardeşi dinlemek istesem de, duyduğum sözlere istemsiz bir kahkaha attım. İkizler beni fark edip, şaşkın bakışlarla bana baktı.

Sırt çantamı yere atıp, iki kolumu ikizlerin omuzlarına koydum ve; " Ali nasıl bir şey o, anlamadım biraz anlatsana. Kutumda büyük hissediyorum diyen, yarışmacı arkadaşlar gibi konuştun. Sen gece yarın kesin aşık olacağım, diye mi uyuyorsun?" Kaşlarını çatarak baktı bana Ali. Arzu ise bana eşlik edip güldü.

"Vay, Veda'ya bakın hele. Gençler; oradan Veda'ya büyük bir alkış lütfen. Kıskançlık kulübüne, bir üye daha eklendi. Helal Vallahi. Bir şeyleri gözden geçirmemin, zamanı geldi demek." dedi. İşaret ve baş parmağıyla çenesini okşadıktan sonra devam etti. "Benim gibi muhteşem ötesi, bir arkadaşı yanınızda tutmanız artık o kadar kolay olamayacak hanımlar." dedi ve kollarını birbirine kenetleyip sessizliğe gömüldü.

Saatler birbirini kovalarken Ali, söylediği sözlere sadık kalmış, bizimle konuşmamıştı. Onu konuşturmak için, yaptığımız her hamle geri tepmiş, her seferinde nakavt yapmanın acısını yaşıyorduk. Son ders zilini duyduktan sonra, toparlanıp çıktık okuldan. Bizi umursamadan önümüzde sessizce yürüyen Ali'nin, yanına hızlı adımlarla yaklaştık. Arzu, ikizinin kolundan sertçe tutup durmasını için çabalasa da, Ali yürüyüp onu da birkaç adım kendiyle beraber çekiştirmişti. Sonra pes edip durdu.

"Ali eve gidiyoruz artık, yetmedi mi bu saçma alınganlık?" Her ne kadar gülmek istese de, Ali kendini kasarak gülüşüne engel olmaya çalışıyordu.

"Pardon tanışıyor muyuz? Kızların peşimden koşup durmasına alıştım ama böylesi ilk defa başıma geliyor. " Dedi, işte bu da bizimle alay ettiğinin bir kanıtıydı. Anlaşılan canı oyun istiyordu beyimizin. O zaman bizde oyunu kurallarına göre oynardık.

Arzu'ya, göz kırptım. "Pardon bey efendi, biz sizi birine benzetmiştik. Sevdiğimiz birine ama o bizi..." Sesimin titrek çıkması için çabalamıştım ve Ali'nin düşen kaşlarıyla bunu biraz başardığımı anlamıştım. Biliyordum Ali bize asla kıyamazdı.

"O bizi artık İSTEMİYOR." Dedi ve ağlamaya başladı Arzu. Bu kızda ki, oyunculuğa hayranım. Her duruma hemen adapte olabilen sağlam bir kişiliğe sahipti. Arzu'nun ağlayışı Ali'nin inadına son darbe olmuş ve kuşanmış olduğu demir zırh, büyük bir curcuna çıkararak yeri boylamıştı.

Ali, bize doğru yaklaşıp iki kolunun arasına alıp sıkıca sarıldı. Bazen kelimelerle anlatamadığın, duyguları beden diliyle anlatırsın. Sarılırsın birine, onun sıcaklığı sana güven verir. Birinin elini tutarsın, yalnız olmadığını anımsar en korktuğun şey bile artık korku sarmaz yüreğine. Bazen sadece susmak istersin ve dilinle söylemediğini tenin söylesin diye dokunuşun. Bir birimizden ayrılırken, Arzu bir yerlere doğru, gözünü kısmış bakıyordu.

" Veda bu Sinan, değil mi?" dedi.

"Evet ta kendisi." dedim. donuk bir ses tonuyla.

Onu burada görmeyi beklemiyordum çünkü Sinan babasının yetiştirmesi gereken işleri olduğunu, ona yardım edeceğini söylemişti. Okula da, bu yüzden gelmemişti. Peki, şimdi burada ne işi vardı? Onun yanındaki adamlar ise işi daha da tuhaflaştırıyordu. Sinan'ı adeta çember içine almış gömleğine kadar siyah takım elbiseli, bu üç adam da kimdi? En az on metre uzağımızda ve uzun gör sakalları olduğu için, yüzlerini tam olarak seçmem imkansızdı. Buradan bile bu adamların Sinan'a, dostça davranmadıkları anlaşılıyordu.

Bölüm sonu

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum

Saklı İhanet (Kitap Oldu.) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin