Adrian, prenses Agnes ile merdivenleri tek tek çıkarken kardeşlerinin kıkırtısını duyabiliyordu. Bunun ne kadar romantik olduğunu söylüyor olmalılardı birbirlerine. Ancak olay yanlış anlaşılmadan ibaretti. Gergin olduğunu gören kardeşleri olayı tamamen yanlış anlamıştı. Evet, evleneceği kadınla tanışacağı için gergindi ve kafasında yığınla endişe ve soru vardı: Onunla anlaşabilecek miydi, Buraya uyum sağlayabilecek miydi, Anlayışlı birisi miydi, Geleneklerimizi biliyor mu, Nasıl birisiydi... Bu sorular kafasında dönüp dolanıyordu. Ama onu asıl terleten şey onun büyücü olma ihtimaliydi. Anne ve babasının başına gelenler yüzünden onlardan nefret ediyordu. Eğer prenses Agnes bir büyücü çıkarsa... Önce onu bayıltacak sonra da rahiplere götürüp büyüsünü yok etmelerini sağlayacaktı. Daha önce yapmıştı. İşlem sonrasında büyücünün gözlerindeki boşluğu ve bağırışlarını unutamıyordu. Ancak vicdanını susturmuş ve gerekli olanın bu olduğunu söylemişti kendisine. İçindeki kötü bir his vardı. Belki de korku olabilirdi. Kötü birisi olmaktan korkuyordu. Sınırlarını kaybetmekten korkuyordu. Gözlerini kapatıp duvara yaslanıp derin bir nefes almak istedi. Ama prenses Agnes'e eşlik ediyordu.
Odanın kapısına geldiklerinde kardeşleri tekrardan öne çıktı."Umarım iyice dinlenirsiniz ve odanızı beğenirsiniz."
Arzeria son laflarını söyledikten sonra yanındaki kardeşini dürttü. Agnes'in önünde hafifçe eğilip gittiler. Neron ise diğer hizmetkarlar tarafından kendi odasına götürülüyordu. Kendisine çok kızmış olmalıydı diye düşündü Minerva. Ancak bunu sonra düşünecekti. Şimdi önündekine odaklanmalıydı.
Adrian yapacağı şey için cesaretini topladı. Onunla ilk kez baş başa konuşacaktı. Aslında pek de baş başa sayılmazdı çünkü muhafızlardan biri kendilerini duyamayacak kadar olsa da yakındı. Muhafıza bir bakış attı Adrian. Bunu gören Minerva hemen hamleye geçeceğini anladı. Elini de hala bırakmamıştı.
Adrian başını tekrardan ona çevirdi. Yeşil gözleri berrak bir şekilde ona bakıyordu. Adrian sebebini bilmediği bir şekilde o gözler altında ezildiğini hissetti. Nedenini bilmiyordu. Boğazını temizledi. Sağ elindeki yüzüğü baş parmağıya ters çevirdi. Taşlı kısmı avuç içine bakıyordu. Birazdan sağ eliyle ona dokunduğunda taş da eline değecekti. Eğer büyücü değilse parlamayacaktı ama eğer büyücüyse... Kendisini şimdiden savaşa hazırlamalıydı. En kötüsünü düşünmek zorundaydı.
"Bakın, birbirimizi tanımadığımızın farkındayım ancak seninle anlaşmak, konuşmak ve dertleşmek isterim. Politik bir evlilik olduğunun farkındayım ancak birbirimize bir şans vermemiz gerektiğini düşünüyorum."Adrian bu sözlerinde samimi sayılırdı. Her insan gibi o da mutlu bir hayat istiyordu ve bunun için çabalıyordu. Ancak Motaza'ya güvenmiyordu. Prenses söylentilerdeki gibi değildi. Kendisinin de yanındaki kadının da bakışları normal değildi. Hesaplama yapıyorlardı. Adrian bunu her zerresinde hissediyordu. Özellikle karşısındaki kadın kesinlikle aptal değildi. Adımlarını dikkatle atıyor, ağzından çıkan her lafı iyice düşünüyordu. Bu yüzden gözlerini onun üzerinde tutmalıydı.
Adrian, prenses Agnes'in elini tutan elini yavaşça kaldırdı ve sağ elini onun elinin üzerine koydu. Gözleri hemen yüzüğe kaydı. Bir yandan da prenses Agnes'e bakıyordu gözünün ucuyla. O da kendisine bakıyordu. Bakışları altında ezilmiş hissediyordu. Eğer büyücü değilse suçlu hissedecekti. Yaptığının yanlış olmadığını biliyordu, en azından kendine böyle söylüyordu ama içten içe rahatsız hissediyor, rahat nefes alamıyordu. Ama büyücüler tehlikeliydi. Kötü bir şeyler yaptıklarından şüphelenmek bile onların güçlerini elinden alması için bir sebepti. Tarihi tekerrür ettirmeyecekti. Kafasında defalarca tekrarlamıştı, yine tekrarladı, tekrar tekrar tekrarladı. Gözlerindeki kuşku neredeyse kaybolana dek.
Herhangi bir parıltı göremedi. İyice, bariz bir şekilde baktı. Yoktu. Rahat bir nefes alacaktı odasına gidip yalnız olduğunda.
Parıltı görülmediğine rahatlayan tek kişi Adrian değildi. Minerva da rahatladı ancak bunu hiç belli etmedi. Adrian kendisine güz ucundan bakarken o da eline bakıyordu. Kendisi de gergindi ve şimdi bir şeyler söyleme sırası ondaydı.
"Umarım birbirimizle anlaşabiliriz."
---
Agnes yutkundu. Bulunduğu yeri bilmiyordu. Eldron'a varmışlar mıydı? Öyleyse neden yatak odasında değil de çalışma odasındaydı? Etrafında döndü. Masanın hemen arkasında kocaman bir pencere vardı. Pencereye yaklaştı ve manzaraya baktı. Yeşilliklerle dolu olan bahçenin yolları güneş ışığı altında bembeyaz görünüyordu. Agnes'in gözleri kamaştı. Büyük bahçede birini aradı. Kimseyi göremiyordu. Görüşü de tuhaftı. Gözlerinde hiçbir zaman sorun olmamıştı ama şu an... Sanki daha detaylı görüyordu. Pencereden uzaklaştı ve masanın iki tarafındaki kitaplıklara baktı. Burası gördüğü en düzenli kitaplıklardan birisiydi. Kitaplığa doğru gittiğinde kitaplığın daha da düzenli olduğunu anladı. Bilmediği bir dilde yazılan kitaplar boy sırasına göre dizilmişti. Raflarda tek bir toz bile yoktu. Demek ki birisi buradan sürekli kitap alıyordu. Masaya tekrardan baktı. rahat görünen bir koltuğu vardı. Önünde ise karşılıklı iki koltuk vardı. Koltukların ortasında duran sehpada beyaz bir nilüfer vardı. Çiçeklerin dilinde bunun anlamı... Şu an önemli olan bu değildi. Sağdaki kapıya yöneldi ve kapıyı açtı. Karşısında birini görünce irkilmeden edemedi.
"Yine işten kaçıyordun değil mi? Aynı kitapları tekrar tekrar okumaktan sıkılmadın değil mi?"
Agnes ne olduğunu anlamadı. Kendisiyle mi konuşuyordu? Onu tanımıyordu.
"En azından ne kadar ilerlediğine bakayım."
Adam Agnes'in yanından geçip masaya doğru ilerledi. Adam içeriye girerken Agnes'in omzuna çarptı. Agnes ise irkildi. Adam belgelere baktı. Sonra kızgın bir yüz ifadesiyle arkasını döndü.
"Kalemin akmış! Sana kaç defa dedim o lanet kalemi kullanma diye!"
Agnes korkmaya başladı. Karşısındaki adam ona bağırıyordu. Kendi hatası değildi ama bunu ona anlatacak gücü kendisinde bulamıyordu. Gözlerini yere dikti ve ellerini ortada birleştirip ovuşturdu. Dizleri birbirine yapışmıştı. Adam bıkkınca nefes verdi. Karşısındaki kadına baktı. Kaşlarını çattı. kraliçede bir tuhaflık vardı. Çekingen biri gibi görünüyordu. Başını aşağıya eğmiş ve ellerini ovalıyordu. Onu tanımasa ağlayacağını düşünürdü. Kafasında soru işareti oluştu. Kraliçe Minerva ancak bir kitap bittiğinde, terapide ve önemsediği birisine bir şey olduğunda ağlardı. Evrendeki her kitabı okuyalı ise uzun yıllar olmuştu, terapisi ise ondan da önce bitmişti, Büyücüler Diyarı'nda oldukları için bir sorun olması mümkün değildi.
Yani Minerva'nın şu an o kalemi alıp kafasına fırlatması gerekiyordu. Alıştığı buydu. Neden şimdi böyle davranıyordu? Ona doğru yaklaştı. Agnes onun yaklaşan adım seslerini duyunca başını iyice eğdi. Saklanmak istiyordu. Ondan hiç de iyi şeyler sezmiyordu. Ancak kımıldayamadı.
Sinclair, karşısında duran kadında bir tuhaflık seziyordu. Onda bir değişiklik vardı. Şu anda sergilediği davranışlar onun asla yapmayacağı şeylerdi. Sanki bir kenara sinip yok olmak istiyor gibi bir hali vardı. Adımlarını yavaşça atarken emin oldu. En sonunda onun karşısına geldiğinde emin oldu. Agnes'in çenesinden nazikçe tuttu ve kaldırdı. Agnes'in yeşil gözlerine iyice baktı ve yumuşak bir ses tonuyla sordu.
"Kimsin sen?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bilginin Gücü
FantasyBilgi güçtür. Doğru bilgiyi doğru zamanda doğru yerde kullanmak güçtür. Ve o en güçlüsüydü. İktidarı mutlaktı. Ancak sahip olduğu her şey bir günde yok olmuştu. Ve en baştan başlaması gerekiyordu. Reklam yorumları silinecektir.