"otursana. ne içersin?"
detayları konuşmak için buluşmuştuk. Junmyeon'un evinde. benim deyimimle; saray yavrusunda.
ikinci kez onu görüyordum; ilkinde oldukça resmi giyinmişti ama şimdi üstünde basit bir eşofman ve tişört vardı. bu adam nasıl oluyordu da her türlü çekici olmayı başarıyordu? onun üstüne atlamak ve becerilmek ya da becermek istiyordum. evet, Kim Junmyeon için altta bile olabilirdim. tercihimi soracak olursanız, eh, her erkek gibi ben de Junmyeon'un tenini tadmak ve derinliklerinde olmak isterdim.
Baekhyun'ın peri masallarına benziyordu ama tamamen aynısı değildi. mesela, evde dolaşıp duran ve Junmyeon'a asılan mini etekli hizmetli kızlar yoktu.
"birbirimizi tanıyacak çok vaktimiz olacak diye düşünüyorum; zaten çoğu şeyi kabataslak biliyoruz. yüzükleri ayarladıktan sonra bir-iki gün dışarıda birlikte görünmeliyiz ki insanlar nişanlı olduğumuzu anlasın,"
Junmyeon durmadan konuşuyordu ama onu dinlemekten sıkılmadım. iyi bir patron olduğu belliydi. arkadaşlarım gibi kelimeleri yutmuyor ya da yuvarlamıyordu. sakin ve hoştu, onu saatlerce dinleyebilirdim.
"hoşuma giden birkaç model buldum. şimdi birlikte bakar karar veririz. yarın seni evinden alırım. alışverişe ne dersin?"
yanıma oturduğunda, dizlerimiz birbirine çarptı. o bunu umursuyor gibi değildi. telefonundan modelleri bulmaya çalışıyordu. umursayan bendim; cinsel açlığımı deneyimsizliğime ve gençliğime yoruyor ve kendimi dizginlemeye çalışıyordum.
düşüncelerimle göğsümün sıkıştığını hissettim. Junmyeon, 26 yaşındaydı. zengin bir iş adamıydı, elbetteki hayatından birileri gelip geçmişti. acaba kaç kişiyle çıkmıştı, kaç tanesiyle yatmıştı?
"boş bakışlarından bunu beğenmediğini anladım."
hayır, o konuşana kadar ekrandaki yüzüğe bakmamıştım bile. baktığımdaysa değişen bir şey olmadı. beğenmedim.
gösterdiği diğer yüzük iyiydi, ne fazla gösterişli ne fazla sade. rahat ve hoş duruyordu. yüzük takmayı sevmesem de bunu takardım.
"biraz hızlı gitmiyor muyuz?"
"eğer rahatsızsan, yavaşlarız. flört falan mı istiyorsun? pekala, sanırım yapabiliriz ama hızlı olmamız benim için daha iyi. düğün hazırlıkları bir hafta, balayımız iki hafta sürecek. yaklaşık bir ay işlerimle ilgilenemeyeceğim ve senin okulun önümüzdeki hafta tatile giriyor, değil mi?"
Junmyeon'un bu kadar planlı olması beni şok etti; kaba bir plan yapmıştı ve gerçekten haklıydı. bir hafta sonra okulum tatil olacak, 2 ay sonra açılacaktı. onun bunu bilmesine şaşırmadım aslında, okuduğum üniversitenin sahibiydi.
"okulun kapandıktan bir gün sonra, için rahat olsun, küçük bir düğün yapacağız. düğün bile denemez, değerli kişilerin geldiği bir kutlama. ardından balayına gider ve tatil yaparız, hm?"
Kim Junmyeon hemen yanımda, baskın ses tonuyla konuşurken nasıl hayır diyebilirdim ki?
inlemek istiyordum.
"beni bu işlerle uğraştırmayacaksın değil mi?" diye sevimlice sordum. çok yorucu duruyordu her şey. "istediğim özel bir şey yok zaten."
bana yorulmayacağımın garantisini verirken gülüyordu. ben sadece onun dudaklarını izledim. yanaklarına, burnuna ve en son gözlerine uzunca baktım. gülerken kırışan göz kenarları bile o kadar güzel geliyordu ki bana; parmaklarımla göz kapaklarını ve kenarlarını okşayıp sevmek istedim.