DONDURMA

100 5 0
                                    

Jackson'un çatılan kaşlarının altında şaşkınlığa bulanmış gözleri duruyordu. Dik durdum ve asla yılmadan kararla ona bakmaya devam ettim. Kararımdan geri dönmeyecektim. Madem beni tanıyordu, damarıma basıldığında da gözümü kararttığımı bilmeliydi. Beni tanıyor olsaydı işte.. Beni asla tanımıyordu, sadece o değil. Buradaki hiç kimse beni tanımıyordu. İşte benim de aslında en büyük avantajım buydu.

"Aurora, sinirlisin. Ne dediğini bilmiyorsun." dedi Jackson sinirli ama sabit bir sesle. Bakışlarımı arkamızda kalan Jaebum'a diktim. Rahatsız bir ifadeyle yüzüme diktiği gözlerinde hala büyük bir sinir duruyordu. Sinirliydim ama ne dediğimi biliyordum. Ben sadece sarhoşken ne dediğimi bilmezdim.

" Jackson," diyerek kararlı ve sert bir şekilde gözlerimi ona çevirdim. "Ya gitmeme göz yum, ya da bu silahla beni vur."

Çenesi gerildi. Sinirlendi. Ama ben daha sinirliydim. Ve kararlıydım. O da bunun farkındaydı. Biliyordum. Zaten bu yüzden sinirleniyordu ya.

"Belki de sakinleşmelisin," ikimizin de gözleri uzun süre sessiz kalan tarafa geçti. Yugyeom sakin bir yüzle bize bakıyordu. Gözleri beni buldu. Anlayışla bakıyordu. Sadece o değil. Bambam da, Felix de.

Gözlerimi onlardan çektim ve dudaklarıma içten olmayan bir gülümseme yerleşti. Tekrar Jackson'a döndüm. Gözlerinde hala sinir vardı. Gözleriyle bana böyle yapma dedi. Gözlerimle bunu yapacağımı söyledim. Bana hep seçenek sunmuştu. Şimdi de ben seçenek sunuyordum. Gözleri daha fazla sinirle kısıldığında elindeki silahı daha sağlam tuttu. Hiçbir şey demeden ona bakmaya devam ettim. Yutkundu. Gözleri tekrar gözlerime dikildi. Aramızda geçen sessiz saniyeler sonrasında gözlerini silaha dikti. Sonra tekrar bana baktı. Sinirle geriye silahı fırlattığında evi silahın düşme sesi doldurdu. İçten olmayan bir şekilde alayla gülümsediğimde onun yüzünde kocaman bir sinir vardı. Bakışlarımı Jaebum'a çektim. Mutlu olmasını, memnun olmasını bekledim ama aksine az önceki halinden farklı değildi. Sadece başını sağa sola salladı. Tam o sırada merdivenlerden ayak sesleri geldi. Hepimiz oraya döndük.

Cloe elinde koca bavulla nefes nefese salonun girişinde gözüktüğünde başını kaldırarak bize baktı. Derin bir nefes verdiğinde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

"Gidiyor muyuz?" diye rahatlıkla sorduğunda o anki ruh halime ve o ortama rağmen bu sefer içten bir şekilde gülümsedim. Onu bu konuda uyarmıştım. Yani ekiple bir konuşma yaptığımda asla araya girmemesini ve yanımıza gelmemesini söylemiştim. Bu konuda da ondan söz almıştım. O da hiç gelmemiş ve dahil olmamıştı. Ama bu duymasına engel değildi. Bu tartışma ilk başladığı anda bavulu hazırlamaya koyulduğuna emindim. Çünkü o beni biliyordu. Neye kızacağımı, neyi kabullenemeyeceğimi.

Jackson'a dönerek son kez gözlerimi gözlerine diktim. Gözlerimle ona gidiyorum dedim. Diğerlerine bir kez bile bakmadan Cloe'ye yöneldim.

"Gidiyoruz," dedim. Cloe diğerlerine kısa bir göz gezdirdi. Bavulu eline aldı. Ondan önce salondan çıktım. Cloe tam kapıdan çıkacakken tekrar onlara baktı.

"Bu arada toparlanırken etrafı birazcık dağıtmış olabilirim, bilmeden. Gerçi siz dağıtmaya alışıksınız ama," İğnelemesini de yaptıktan sonra salondan çıktı. Ona minnetle gülümsedim. Onlara o da sinirliydi. Hatta benden daha fazla. Koluma girerek çıkış kapısına yöneldik. Arkamızdan kimse gelmedi, biz çıktıktan sonra uzun süre konuştuklarını da düşünmüyordum.

Sokağa çıktığımda derince içime serin havayı çektim. Gözlerimi kapattığımda amacım sakinleşmekti. Kafama bir şey atıldığında gözlerimi açtım ve elimle yüzümden çektim.

"Havalar soğumaya başladı, ceketini giy." diyen Cloe'ye tekrar minnetle baktım. Beni düşünen birilerinin olması güzeldi. Siyah kot ceketi giymeye koyulduğumda Cloe'nin üzerinde de bir erkek ceketi olduğunu farkettim. Kaşlarımı çattım. Bakışlarımı fark ettiğinde sinsice gülümsedi.

PAPİLLON ~Jackson Wang~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin