Küçük parmaklarını önünde birleştirdi. Korkuyordu, içindeki tüm hücrelerde, vücudunun her yerinde bunu hissediyordu. Küçük bir çocukken korkmak basit bir eylemdi zaten. Büyüdükçe küçüklük korkularıyla dalga geçerdi büyükler. Ama bu sadece birer yanıltmacaydı. Büyükler, küçükken yaşadıkları korkularla mayalanırlardı. Bunu inkar etseler de gerçek buydu.
"Seni küçük çakal," diye bir bağırtı kapladı binayı. Bu bağırtıdan hemen sonra yüzünde koca bir tokat patladı. Küçük bedeni acıyla kasıldığında dudaklarından bir inleme yükseldi.
"Sen o küçük aklınla boyundan büyük işlere mi kalkışıyorsun, ha?" sinirli sesi kızgınlıkla çınladığında gözlerini yere dikmişti ve gözleri yaşlarla dolmuştu. Saçından tutulup çekiştirildi. Bağırmaya, haykırmaya yardım dilenmeye başladı. Gözyaşları yüzünü istila eden bir nehir gibiydi şimdi. Yere fırlatıldı. Bedeni zemine çarptığı an küçük bir an nefes alamaz gibi oldu.
"Lütfen vurma," diye çaresizce bağırdı. Durmadı. Adam koca ayaklarıyla karnına bir tekme attığında boğazında acı dolu bir çığlık yükseldi. Bu küçük bir çocuğun tiz sesiyle yükselen çığlığıydı. Nefes alamadı, karnında koca bir ağrı peyda oldu.
"Tamam abartma," diye bir ses duydu. Bu Charles'ın sesiydi. Ona vuran adam tekme atmayı kesti. Aurora acıyla sürünerek kaçarcasına duvar dibine çekildiğinde acı acı inliyordu.
"Abartma mı? Az bile bu. Böylelerine insaf göstermeyeceksin."
Cloe ile beraber dolaptaki dondurmaları çalıp diğer çocuklara dağıtmışlardı. Üstelik bu yaptıkları iyilikti, kötülük bile değildi. Ve üstelik bu fikri Cloe sunmuştu. Aurora da Cloe'ye kızmazlar diye düşünerek kabul etmişti. Çünkü onlar Cloe'yi seviyorlardı. Bunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Buna güvenmişti. Ama düşündüğü gibi olmamıştı. Yakalandıklarında Charles ve arkadaşı, Cloe'yi sakin bir sesle yukarı göndermişlerdi. Cloe başta gitmek istememiş hatta ellerini tutmuştu Aurora'nın. Ama Charles ona bir şey yapmayacağız diyerek onu yollamıştı. Ve yalan söylemişti. Evet sonucunun çok da iyi olmayacağını biliyordu. Ama canının bu kadar acıyacağını bilmiyordu. Bilseydi yine yapar mıydı? Bilmiyordu. Sadece buna hazırlıklı değildi.
"Bu kız bize iş çıkaracak gibi, öldürelim bence. Leşini de kurtlara yem ederiz," adamın sadist çıkan sesinden keyifli bir tını vardı. Söyledikleriyle beraber bedeni korkuyla titremişti. O an ölümü düşündüğü ilk andı. Ölmek ve cansız bedeni kurtlar tarafından yenilmek korkuyla titretti bedenini. O kadar korktu ki, o kadar korktu ki acısını bile bir an unutur gibi oldu.
"Elimizi kirletmemize gerek yok. Bu çocuk çok da dayanacağa benzemiyor," diyen Charles'ın sesini duydu. Hep böyle diyordu. Aurora'yı ne zaman görse öleceğini söylüyordu. Ve o bunu her söylediğinde Aurora yaşamaya karşı güçlü bir istek duyuyordu. Ama şimdi öyle değildi. Evet şu anda ölmekten korkuyordu. Ölüm nasıl bir şeydi bilmiyordu bile. Ya canı çok acırsa?
"Nolur beni öldürmeyin," diye cılız bir sesle konuştu Aurora. Yerde sürüklenerek adama doğru yaklaştı. "Nolur öldürmeyin beni, korkuyorum," dediğinde küçük kız çocuğunun gözlerinden yaşlar akıyordu.
"Ne dedin sen?" diye adam hırladığında Aurora duraksadı. Hıçkırıklarla bedeni kasılırken kıpkırmızı gözlerini adama dikti. Bu adamdan korkuyordu. Sonra Charles'a baktı. Ondan korkmuyordu. O diğer adama göre çok da kötü birine benzemiyordu.
"Ne dedin sen tekrar söyle!" diye adam bağırarak çenesini tuttuğunda Aurora korkuyla titredi. Emre boyun eğercesine dudakları kıpırdandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAPİLLON ~Jackson Wang~
Fanfiction"Hiçbir şey senin sandığın gibi değil, izin ver sana neyin ne olduğunu göstereyim," dediğinde sesindeki güven kararlılığımı bir nebze kırdı. Ama hayır güvenemezdim. Başımı hayır anlamında salladım. Gözlerimden benden habersiz yaşlar akmaya devam edi...