İyice bastıran karanlığı ardımda bırakarak ev kapısına yürüdüm, tıpkı Jackson'u ardımda bıraktığım gibi. Söylediklerim doğrulardı, bir şey demedi. Bir daha ona dönmedim, arkama bir kere bile bakmadan içeri girip kapıyı kapattım. İçimde çoğalan sıkıntıyı bastırmam imkansızdı. Bazen zihnimde yer bulan soruların beni boğacağını düşünüyordum. Öylesine karmaşık öylesine belirsiz bir oyun içindeydim ki artık bunları kaldırmak çok zor geliyordu.
Odama girdim ve kapıyı kapatarak yaslandım. Derin bir nefes aldım. Elimde sıktığım kağıt elimi parçalıyormuş gibi hissediyordum. Ama canım acımıyordu, canım alışmıştı.
"Aurora sen misin?" diyen Cloe'nin sesini duydum. Yatakta oturur vaziyette bana bakıyordu. Sesi uykulu geliyordu, belli ki kapı sesine uyanmıştı. Işıklar kapalıydı ve sokak lambalarının ışığı yüzüne vuruyordu. Aklıma sokak lambalarının altında bana söyledikleri geldi. Gülümsedim. Umut etmek bu muydu?
"Benim," dedim kapıya iyice yaslanarak. Sesime sıkıntımı yansıtmak istemiyordum çünkü anlıyordu.
"Seni beklerken uyuyakalmışım," dedi tekrar o uykulu sesiyle. Kısa siyah saçları turuncu ışığın tonlarına boyanmıştı. Turuncu saçlı gibi gözüküyordu. İçimden turuncunun ona asla yakışmayacağını geçirdim. Aklım ne kadar uyumsuz şeyler düşünüyordu. Turuncu... Kendisini hiç sevmezdim.
"Uyumaya devam et, ben de birazdan uyuyacağım." dedim aklımdakileri es geçerek. Cloe onaylayan mırıltılar çıkartarak tekrar yatağa uzandı ve battaniyeyi üzerine çekti. Bir süre daha kapıya yaslı durduktan sonra ayrıldım ve açık bırakılmış pencereye doğru yürüdüm. Bakışlarımı gökyüzüne diktim. Şehrin ışıkları gökyüzündeki yıldızları gölgelemişti. Oysaki şehrin yapay ışıkları tek bir yıldızın ışığı edemezdi. İnsanlık bunu ne anlardı? Bakışlarımı gökyüzünden çevirmeden yumruk yaptığım elimi açtım. Gözlerimi kapattım ve başımı aşağı eğdim. Belki gözlerimi açarsam not yok olurdu!?
Gözlerimi açtım. Avuç içimde gördüğüm her şey aynıydı.
Pekala, ben fazla hayalperesttim. O sırada bakışlarım bahçede sandalyelerin birine oturmuş Jackson'a takıldı. Arkası bana dönüktü. Başını yukarı kaldırmıştı. O da mı benim gibi sönük kalan yıldızları izliyordu?
Acaba ne düşünüyordu? Bakışlarım avuçiçimde asılı kalan kağıda takıldı. Zihnim yine bir sıkıntıya boğuldu. Bu da mı Jackson'un bir oyunuydu.
Belki de bu olanların hiçbiri onun yüzünden değildir. Belki de o sandığın kadar kötü değildir.
İçimdeki iyi niyetli yanım konuşmuştu. Ve mantıklı yanım onu direk susturdu.
Onca şeyden sonra ona güvenmek intihar olur.
Kaşlarım çatıldı. Öleceksem de savaşarak ölmeliydim. Ölümlerin en kötüsü bir çaba sarf edilmeden olanıydı. Bunları düşünürken bakışlarım tekrar bahçeye indi. Jackson'la göz göze geldiğim gibi geri çekildim ve pencereyi kapatarak perdeyi çektim. Ona güvenmek istemiyordum. Bunun için içimde dayanılmaz bir güç vardı.
Nemli saçlarımı açarak serbest bıraktım. Dolaptan rahat şeyler çıkararak giyindim. Bunlar formalite icabıydı. Gece boyunca uyumayacağımı biliyordum. Cebime küçük bir bıçak yerleştirdim ve yatağa doğru uzandım. Gece boyunca düşünecektim, ama sorun şuydu ki bir sonuca varamayacaktım.
Notu avucumdan çıkartmamıştım. O not hem bir belanın habercisiydi hem de bir hazineydi sanki. Gözlerimi tavana diktim. Bu notun sahibi hakkında aklımda bir şeyler vardı. Şüphelerimin her biri şiddetli bir gürültü gibiydi. İçimden küçük cılız bir ses fazla düşündüğümü söylese de onu bastırdım. Yatakta uzun bir süre bir sağa bir sola döndüm. Gözlerimi kapatmıştım ama göz kapaklarımı gözlerime örttüğümde gördüğüm bir karanlık değil aklımda üşüşen senaryolardı. Hızlıca buraya geldiğimden beri olan şeyleri gözden geçirdim. Jackson bana burada olmamın bir şans olduğunu söylemişti. O gece, yani sergiden kaçıp buraya geldiğimiz gece bana söyledikleri ona bir nebze olsun inanmamı sağlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAPİLLON ~Jackson Wang~
Fanfiction"Hiçbir şey senin sandığın gibi değil, izin ver sana neyin ne olduğunu göstereyim," dediğinde sesindeki güven kararlılığımı bir nebze kırdı. Ama hayır güvenemezdim. Başımı hayır anlamında salladım. Gözlerimden benden habersiz yaşlar akmaya devam edi...