YOL AYRIMI

63 4 7
                                    



Zihin kurguladığı çoğu şeyde yanılır. Ya kurgulamayı bırak, yanılma; ya da yanılmayı göze al şaşırma.




Yeni başlangıçlar için her şeyin bir sonu olmalı. Öyle ya da böyle. Bitmesi gereken, yok olması ve ölmesi gereken şeyler vardır, yeni bir hayatın kapılarının açılması için.

Bu yüzden sona yaklaşıyorduk. Olması gerekene. Yeni bir şans için, yaşanacak acılara.

Bir resim bir insanı ne kadar üzebilir? Yaşadığınız en korkunç an, en korkunç acınızı doğurur. Bu acılar nesnelere, kişilere bulaşır. Bazen bir tokaya, eve, masaya, bedene, ruha. Ya da bir fotoğraf karesine.

Jackson o fotoğrafa uzanırken yaşadığı en korkunç anıya ve acıya uzanıyordu. Bunu düşünüyordum çünkü kasılan bedeni değildi tek, yüzüne anbean oturan o öldürücü acıyı görmüştüm. O acı gözlerinde yer edinmişti kendine, bir su yığını dolmuştu gözlerine.

Gözlerinden iz bırakarak inen ve ilerledikçe kalbine acı darbeler vuran gözyaşlarını gördüm.

Kalbim acıdı. Kalbim onun için acıdı. Çünkü o şu anda kanıyordu.

Fotoğrafı titreyen parmaklarıyla kavradığında bir adım atarak ona yaklaştım. Ne diyecektim, ne söyleyecektim? Konu bu değildi. Sanki ansızın bir ateşi alıp onun kalbine fırlatmıştım. Ve o ateş onu cayır cayır yakıyordu.

Bunu ben mi yapmıştım yoksa o fotoğraf karesi mi?

Bunu ona kim yapmıştı?

Doğruldu. Dudakları titriyordu, gözleri gözlerimi bulduğunda o an yok olmak istedim. Bu acının sebebi ben olmamak istedim.

"B-bunun sende ne işi var?" dedi. Gözlerinden dökülen tek yaşın izi yüzündeydi. Başka yaş yoktu, çünkü artık içi ağlıyordu. Bunu sözlerinden anlamıştım. Açıklama yapmamı istiyordu, sebebini, sonucunu, her neyse işte. O kız onun için çok mu değerliydi? Belli ki öyleydi. Masum küçük bir kız çocuğu, ölümü en kalpsizi bile etkilemez miydi?

"Ben..." dedim gözlerimi kaçırarak. Ne demeliydim? Ne yapacaktım? Kalbim hızla çarpıyordu ve bu canımı acıtıyordu. Uzanıp fotoğrafı almaya çalıştım. Elini hızla kaçırdı.

"Bana cevap ver!" dedi bir anda kızgınca. "Daha bu sabah hiçbir şey bilmediğini söyleyen sendin. Bu fotoğrafın sende ne işi var?" O kadar kızgındı ki acısı yüzündeki damarlara sinmişti. Bu hali beni korkuttu. Bir adım geri çekildim. Bir adım yaklaştı.

"Sana ne oluyor?" dedim sakin tutmaya çalıştığım sesimle. Çünkü şu anda yapacağım herhangi bir şey onu daha da üzecek ve sinirlendirecekti. Bu sefer kendimi değil onu düşündüm.

"Bana doğruyu söyle," dedi sakin durmaya çalışarak. Kalbim göğsümü delecek gibi atıyordu, ve kapana kısılmış gibi hissediyordum. Nasıl söyleyeceğimi ya da neyi söyleyeceğimi bilmiyordum. Bunu yapabileceğimden emin değildim.

"Öylesine bir fotoğraf, sana yalan söylemedim, "dedim. Çünkü gerçeği söylemeye dilim varmıyordu. Bunu sesli bir şekilde söylemek canımı acıtacaktı. Ve onun da canı yanacaktı. Söylediklerimle dudaklarını sıktı. Gözlerini yumup açtı. Öfkesini kontrol etmeye çalışıyordu.

"Aurora," dedi soğuk ve uzak bir sesle. Şimdi bir yabancı gibiydi. "Yalan söylemeyi bırak. Gerçeği bana söylemek zorundasın!" Bağırmıyordu ama söyledikleri kulağımda yankılanıyordu. Bana sanki bildiği bir şeyi söylememi ister gibi bakıyordu.

PAPİLLON ~Jackson Wang~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin