SERGİ

176 7 18
                                    

  

   Mini elbisemi hafif çekiştirerek taksiden çıktığımda hafif bir rüzgar beni titretti. Keşke üzerime bir şey alsaydım diye düşünmeden edemedim. Küçük el çantamı yanıma alıp serginin yapılacağı binaya doğru yürüdüm. Bembeyaz tenim kırmızı elbisenin altında parlıyordu. Cloe kumral saçlarımı geriye doğru taramış, siyah bir tokayla yandan tutturmuştu. Mavi gözlerime eyeliner çekmek istemememe rağmen Cloe bunu da kibarca(!) yapmıştı. Dudağıma hafif bir renk sürüp, boynuma da zarif bir kolye takmıştı. Sonra da onun deyimiyle beni paketlemişti.

  Büyük binanın içine girdiğimde birçok yüz bana döndü. Kimisi bir kere bakıp önüne dönmüş, kimisi uzun uzun bakmıştı. Cidden bu kadar dikkat çekmek, insanların bana bakması hoşuma gitmiyordu. Ama sevgili arkadaşım Cloe illa beni böyle süsleyecekti.

Bugün burada İngiltere'de giyim sektöründe ünlü bir modacı konumundaydım. Cloe bununla ilgili baya araştırma yapmış, Google'da bir site oluşturmuştu. Sonra gerisi çorap söküğü gibi gelmişti. Derin bir nefes alarak kimseye bakmadan herhangi bir tablonun yanına ilerledim. Olabildiğince sakindim, garsonun elindeki tepsiden bir kadeh viski aldığımda salonun en köşesine çekildim.

Viskimden bir yudum aldım ve hafif etrafı süzdüm. Beni hâlâ aramamışlardı, hangi tablo olduğunu bilmiyordum. Bu binayı bir gün önceden enlemesine araştırmıştım. Büyük bir salondaydık, bununla beraber bazı kapılar vardı ve bu odalarda yine resimler vardı. Ek olarak bazı odalarda heykeller, hatta bazı antika eşyalar bile vardı. İnsanlar bazı tablolar önünde kümelenmiş bazen birinin anlattıklarını dinleyip baş sallıyor, bazen de tablo hakkında yoğun bir tartışmaya giriyorlardı. Bazı sesler farklı dillerde geliyordu kulağıma. Aslında düz bakıldığında fazla gürültü yoktu ama benim  kulağım çok iyi duyardı. Tıpkı bir yarasa gibiydim bu konuda.

"Cindy Evans, " diyen bir erkek sesi duyduğumda yanıma doğru yürüyen orta yaşlı bir adam gördüm. Hafif bir tebessümle yanıma geldiğinde zarifçe elini uzattı. Bu sergiyi düzenleyen adamdı, Joon Seo. Elimi ona doğru uzattım, o ise ufak bir öpüş kondurdu.

"Gözlerimi kamaştırıyorsunuz," derken yüzündeki tebessüm hâlâ vardı. Gözlerinde belirgin bir sevinç de seziliyordu.

"Sizleri burada görmek ne ne güzel," diye eklediğinde ellerimi çektim. Ben de yüzüme bir tebessüm ekleyip ona cevap verdim.

"Merhaba Joon Seo. Siz de çok şıksınız."

Siyah bir smokin giymişti. Orta kiloda bir adamdı. Her Koreli gibi aşırı düzgün ve özenliydi. Elini belime yerleştirerek salonun ortalarına  doğru yürümeye başladık.

"Umarım sergimizi beğenmişsinizdir," dediğinde belimdeki elinden rahatsızdım ama bir şey yapamazdım. Stabil bir sesle ona serginin çok göz doyurucu olduğunu söyledim.

"Cindy Evans, çalışmalarınızdan haberim var. İnanın bana buraya geldiğinizden haberim olsaydı sizinle mutlaka irtibat kurardım ama işte..." elimdeki viskiyi bir masaya bırakıp başka bir viski tokuşturdu elime.

"Bu aralar o kadar yoğunum ki, böyle bir haber alamadım. Ama bunu telafi edeceğim," diye devam ediyordu konuşmasına. Doğrusu konuşması bir saatten sonra beni boğmaya başlamıştı. Ona göre ben İngiltere'de giyim sektöründe çok iyi işler başarmış bir modacıydım ve Kore'ye  de bir firmaya bunları satışa sunma imkanı bulmak için gelmiştim. Yani çok önemli biriydim. Joon Seo şehrin ileri gelenlerindendi ve benim gibi önemli birinin ülkeye gelişinden haberi olmamak onun için utanç verici olmalıydı.

Joon Seo hâlâ konuşmaya devam ederken sonunda beni biriyle tanıştırmak istediğini söyleyip bir masaya yanaştı. Masada üçü erkek biri kız olmak üzere dört kişi vardı. Erkeklerden birisi yabancıydı ve diğerlerine göre daha genç duruyordu. Dağınık dalgalı saçları vardı, bunları tarama ihtiyacı görmemiş gibiydi. Üstünde lacivert bir gömlek giymişti. Yüzünde sempatik bir tebessüm vardı ve son derece rahat gözüküyordu. İlk dikkatimi çeken oydu. Bir süre gözlerinin içine baktım ve Joon Seo'nun sesiyle bakışlarımı ondan çektim.

PAPİLLON ~Jackson Wang~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin