Bana ait olan dünya, yer, ev, mekan, zaman... Hayır, artık böyle bir şeye olan inancımı kaybetmiştim. Bunun için başka bir zamana başka bir hayata ihtiyacım vardı. Ama tanrının bana biçtiği hayat buydu, kim bilir belki de Tanrı hayatları dağıtırken benimkini gözden kaçırmış yanlışlıkla bu hayata mahkum etmişti beni. Ya da her neyse. Artık bu hayat için uğraşmıyordum. Savaşıyordum ama yeni bir hayat için değil. Savaşmaktan başka çarem olmadığı için savaşıyordum. Ölümün getirdiği belirsizlikten hâlâ çok korktuğum içindi bu yaşamak sevdam. Uğraşım, savaşım, bitişim."Bugünki planın ne?" diye sordum Cloe'ye. Dün gece kulüpten ardımda birilerini bırakıp çıktığımda tek başıma eve dönmüştüm. Ve dün gece gerçekten bunu hissetmiştim.
"Hımm şey..." dediğinde çantasında bir şeyi arıyordu. Bir süre aradığı şeye odaklandığı için cevap vermedi.
"Uzun süredir mutfağa girmiyorsun, oysa baya ustalaşmıştın." dedim zoraki bir gülümsemeyle. Gözlerim ona odaklanmış hareketlerini izliyordum.
"Hah," dedi ve başını kaldırdı. "Şey, sanırım pek benlik değil mutfak işleri." dediğinde yüzünü buruşturmuştu. "Oyalanacak başka şeyler bulmalıyım,"
Gülümsedim ve başımı salladım. "Dün Jackson'u çağırdığım için bana kızdın mı?" diye sordum durağan bir şekilde. Bunu yeni hatırlamışçasına yüzü aydınlandı. Yutkundu. Başını sağa sola salladı.
"Emrivaki yapman hoş değildi. Üstelik onunla konuşmak istemediğimi sana söylemiştim," dedi rahatsız bir şekilde.
"Biliyorum," dedim anlayışlı bir şekilde. "Sana söz vermiştim. Ama Jackson'a seni reddettiği için çok kızgındım. O yüzden aniden öyle yaptım," dedim. Rol yapamadığımı farkettim. Çünkü söylediklerim duygu taşımıyordu. Cloe gözlerime baktı bir süre.
"Benden sonra ne konuştunuz," dedi merakını gizlemeye çalışıp başaramayarak. Birkaç saniye cevap vermedim.
"Jackson o geceyi anlattı," dedim. Jackson'un kalp kırıklığını hatırlamak kalbimi acıttı. Cloe gözlerini kaçırdı. Gözümden kaçmayan bir telaşa büründü. Devamını beklercesine gözlerime baktı. "Senin ona açıldığını falan. Çok konuşmadı aslında. Sonra gitti zaten," dedim kısa keserek. Cloe öylece durdu. Buna şaşırdığı açıktı.
"Onu artık sevmiyor musun?" diye sordum üstüne giderek. Cloe dudaklarını araladı, birkaç saniye durdu. Ne söyleyeceğini bilemiyor gibiydi.
"Sanırım bir ara çok duygusaldım. Bu yüzden onu sevdiğimi sandım o kadar,"
Hafifçe gülümsedim. "Bu duygularının yerini ne oldu da böylesine bir nefret aldı onu anlamaya çalışıyorum," dedim. Cloe söylediklerimle onu sıkıştırdığımı anladı elleriyle saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırdı.
"Nefret ettiğimi kim söyledi?" dedi bilmemezlikten gelerek.
"Sen hareketlerinle konuşmanla bunu gösteriyorsun," dedim hiç duraksamadan. "Ondan, daha doğrusu onlardan bu kadar nefret etmene sebeb olan şey ne?" dedim doğrudan. Cloe onu sıkıştırmamdan rahatsız bir şekilde gözlerime baktı.
"Bir şey yok, sadece," dedi ve durdu.
"Benim kadar onlarla vakit geçirmiyorsun, vakit geçirdiğin zamanlarda ben de varım. Buna rağmen söylesene nasıl onların tehlikeli ve yalancı olduğuna karar verdin?"
Söylediklerimle beraber Cloe'nin yüzüne gerginlik anbean yansıdı. Gözlerini kaçırdı.
"Sen de," dedi keyifli olmaya çalışarak. "Sorguya çeker gibi, sanki aksini iddia eder gibi," diye ekledi yapmacık bir alayla. Sesindeki yalancı edayı silememişti. Omuzlarımı silktim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAPİLLON ~Jackson Wang~
Fanfic"Hiçbir şey senin sandığın gibi değil, izin ver sana neyin ne olduğunu göstereyim," dediğinde sesindeki güven kararlılığımı bir nebze kırdı. Ama hayır güvenemezdim. Başımı hayır anlamında salladım. Gözlerimden benden habersiz yaşlar akmaya devam edi...