Cloe'nin günlüğünden...
Aurora bugün de yok. Geçen gün dolaptaki tüm dondurmaları gizlice çalıp çocuklara dağıttıktan sonra Charles ona çok sinirlendi. Beni odama gönderdikten sonra Aurora'yı bir daha görmedim. Charles'a sordum. Bana o hasta dedi. Çok kötü mü hastalığı diye sordum. İyileşmesi için birkaç gün daha gelmeyecek dedi. Gerçekten o hasta mı? Tanrım lütfen ona yardım et, onun saçlarına sihirli parmaklarını dokundur. Onun şimdi sana ihtiyacı var.🥀
Elimi kolumdan ayırmadan adamın gözlerine baktım. Yüzünde öyle keyifli bir ifade vardı ki midemi bulandırdı bu görünüş. Elinde silah olmasaydı yumruğumu yüzüne çoktan geçirmiştim. Ama temkinli davranmam gerektiğinin farkındaydım. Bir kaşımı kaldırarak gözlerime cesaretli bir bakış yerleştirdim.
"Beni öldürebilecek misin?" dedim küçümseyen bir ses tonuyla. Sözlerim adamın yüzünde alaycı bir bakış oluşturdu. Silahını öne doğru uzatarak tam alnıma değdirdiğinde aramızdaki mesafeyi azaltmıştı.
"Bu soruyu soruyor musun gerçekten?" dedi. Gülüyordu ve bu onda boğuluyormuş gibi bir ifade oluşturuyordu. Bu adamdan tiksiniyordum kesinlikle.
"Aslında senin gibi güzel bir kadınla güzel bir gece geçirmek vardı ama," dediğinde dişlerimi sıktım. İçimde büyüyen koca bir sinir varken "Ama görev her şeyden önemlidir değil mi?" diye ekledi.
İçimden bu adamı fena döveceğime dair kendime yeminler ettim. Bunu hak ediyordu. Sözlerinin etkisiyle hiddetle yüzüne tükürdüm. Bunu hiç beklemiyordu. Gözlerini sinirle kapattı ve açtığında gözlerindeki ateşleri gördüm. Ellerini hızla saçlarıma geçirdiğinde "Seni fahişe," diye bağırıyordu. Ona engel olmaya çalışamadan yere yapıştırdığında yüzüm zemine sert bir şekilde çarptı. Acı yüzümde sızlamaya başladı. Bir bacağını sırtıma koyarak silahı kafamın arkasına yapıştırdı.
"Seni öldürmek zevkli olacak," dedi. Sesinde hala bir sinir vardı. Bazı insanlar böyleydi işte, insanlara istediklerini yaparlar ama insanlar onlara bir şey yaptığında sanki bunu hak etmiyorlarmış gibi davranırlardı.
Söylediklerine karşılık yüzümdeki acıya rağmen kahkaha attım. Bu onu önce şaşırttı ama daha da sinirlendirdi. Silahı kafama sertçe bastırdığında artık bu durumdan kurtulamayacağımı fark ettim. Ölüm, şimdi gerçekten bir iki saniye uzağımdaydı. Aklıma Cloe geldi. Şimdi ne haldeydi kim bilir. Küçükken bir keresinde bir kaç gün yurda gidememiştim. Yurda döndüğümde ağlayarak bana sarılmıştı, o gün gözlerindeki korkuyu görmüştüm. Şimdi yine yanında yoktum ve pek de iyi olmadığını biliyordum. Keşke böyle olmasaydı, hayatlarımız daha güzel daha sıradan olsaydı. Şimdi koca bir labirentin içindeydik, ve ben birazdan saf dışı bırakılacaktım.
Bir vurma sesi geldiğinde ve üstümdeki adamın ağırlığı kesildiğinde ne olduğunu anlayamamıştım.
"Aurora!?" diye bir ses duyduğumda kafamı kaldırarak baktım. Cloe karşımdaydı. Kısık bir sesle "Cloe?" dediğimde Cloe korkuyla yanıma yaklaştı ve beni yerden kaldırmaya çalıştı.
"Aurora iyi misin? Tanrım yüzüne ne oldu böyle, bu adam mı yaptı? Neden, niye?" Üst üste sorular sorarak ağlamaya başladığında onu sakinleştirmek istercesine sarıldım.
"Tamam Cloe hiçbir sorun yok, sakin ol," dedim. Yüzüm acıyordu, hatta kolumda. Ama bu kaldıramayacağım bir şey değildi.
"Sizi bölmek istemem ama buradan çıkmalıyız," diyen Bambam'ın sesini duyduğumda bakışlarımı ona çevirdim. Onu da görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Elinde bir sopa vardı, ve az önceki adam önünde yığılmıştı. Cloe'yi bırakıp kaşlarımı çatarak onlara baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAPİLLON ~Jackson Wang~
Fanfiction"Hiçbir şey senin sandığın gibi değil, izin ver sana neyin ne olduğunu göstereyim," dediğinde sesindeki güven kararlılığımı bir nebze kırdı. Ama hayır güvenemezdim. Başımı hayır anlamında salladım. Gözlerimden benden habersiz yaşlar akmaya devam edi...