KISIM 4 - bölüm 1

8 6 0
                                    

Üçüncü gün oluyordu bu. Üç gündür görmemişti Fatih’i. Endişeliydi Selin oldukça. Son gördüğünde onu, hiç de iyi bir durumda değildi zaten. Üç gün boyunca yürüyen bir kuklayı andıran 10 yıllık dostu üç gündür de “olmayan” bir kuklayı andırıyordu. Pazar gecesi başına gelenleri veya başına geldiğini “sandığı” olayları anlatmıştı Selin’e Fatih kaybolmadan önce. Ancak Çarşamba günü okulda gördüğü şeyler meçhuldü Fatih’in. Evden kaçmış olmasından korkuyordu Fatih’in anne-babası Nurgül Teyze ve Soner Amca. Bu genç yaşta böyle düşünceler çabuk çeliyor insanın kafasını demişti birkaç saat önce ağlamış olduğu şiş gözleri ve hemen kızaran yüzünden belli olan Soner Amca. İki gündür yanlarındaydılar ailecek. Tek çocukları Fatih’in kayboluşu derinden sarsmıştı ikisini de. Servisçi Emin abi, servisteki herkes- okulla pek alakası olmayan, gizli gizli sigara içen Umut dışında herkes- ve sınıfındaki her çocukla konuşmuşlardı. Hiçbirinin bir şeyden haberi yoktu. Çocukların çoğu evinde, indiğini söylüyorlardı Fatih’in. Tabi öğretmenler ve idare kısmıyla da konuşmuşlardı ancak onların işleri başlarından aşkındı. Tek faili meçhul o değildi şüphesiz. Okulun kazan dairesinde kanlı bir film sahnesini aratmayan hademe Galip’in ölüsü ve her tarafa saçılmış vücut parçaları değil tüm okulu tüm şehri sarsmıştı. Basın, belediye, savcılık, polis derken başı büyük beladaydı Cemal Kırıntı’nın. Tüm Timor bu olayı konuşuyordu Fatih ve Selin’in aileleri dışında. Binlerce kez sınıfları gezerek, okul sitesi, okul sosyal medya hesapları ve daha olabilecek her yayın kanalından hiçbir şeyden haberi olmadığını, idareyle ilgili bir ihmalin olmadığını söylerken yüzündeki ifadeye çok acımıştı Selin. Her şeyden habersiz ve suçsuz bir idam mahkumu gibiydi. Tabi Selin dışında o yüz ifadesini fark eden olmadı pek. Herkes alaycı bir sırıtışla “cimriliğin sonu bu pislik” derken ona, kimse Selin gibi en yakın arkadaşının kayboluşunu yaşamamıştı tabi. Üç gündür çok yoğun ve hızlı geçmişti herkes için.
Cemal Kırıntı için zordu oldukça
Fatih’in anne babası için de öyleydi 
Selin için de zor ve hızlıydı şüphesiz.
Twitter, İnstagram, Facebook ve daha birçok sosyal medya uygulamasından kayıp olduğunu dile getirmişlerdi. Her yerden kamuoyu oluşturmaya çalışıyor, eskilerdeki gibi broşürlere Fatih’in hemen çekelim de gidelim dermişçesine dalgın bir yüzünün olduğu fotoğrafı basılmış, kayıp diye tüm Timor’un elektrik direklerine duvarlara ve daha her yere yapıştırmışlardı. Ancak kazan dairesinde parçalanmış halde bulunan kazan görevlisinin haberi tüm çabalarını bastırıyordu. Herkesin aylar boyunca konuşacağı bu olacaktı küçük dünyalarında şüphesiz. “Allah bu kazan görevlisinin belasını versin!” diye isyan etmişti bir ağlama krizinde Nurgül Teyze. Normalde böyle bir şey söylemezdi. Biricik oğlu kaybolmuştu ne yazık ki. Aslında “normal” günlerde herkes iyi olurdu ya…
Ve şimdi araba camına yaslanmış, Fatih’in kayboluşuyla dolu Selin’in kafası babasının frene basmasıyla son anda cama çarpmaktan kurtuldu. Bu ani frenle düşüncelerinden ayılan Selin, eve varmış olduklarını babası bagajdaki köy peynirini çıkarırken ve annesi küçük kardeşi Buse’yi arabadan indirirken anladı. Nineleri öleli yaklaşık altı ay olmasına rağmen hala her hafta sonu köye dedelerini ziyarete gidiyorlardı. Ne kadar Serhat Dede’yi evlerine, Timor’a gelmesi için ikna etmeye çalışsalar da bu çabaları boşuna olmuştu. Anamın babamın mezarının olduğu ata yurdundan başka yere gitmem diyordu dedesi. Bu yaşlıları hiç anlayamazdı Selin. Ancak konu hiç de dedesi değildi şu an.
Arabadan inerken öğle güneşi gözlerini kamaştırdı. Arabanın klimasının sıcağından bir haftadır durmayan yağmurun nemine geçen Selin’in yorgun vücudunu anlık bir ürperme aldı. Arabanın kapısını son kapatan olmuştu Peşlerinden hızla giderken yağmurun toprağa değmesiyle çıkan o güzel koku küçük bir huzur verdi kendisine. Asansörden 17. Katın düğmesine basarken Sevda Hanım, Selin’in aklında küçükken yağmurdan sonra oluşan su birikintilerine hızla sıçrayışları geldi. Hemen hemen her çocuk gibi çok severlerdi bu oyunu. “Kirlenmek güzeldir” derdi Omo reklamlarındaki gibi hafif ciddi ses tonuyla Fatih. Tabi kaybolmamış ve Selin ona bu anıyı anlatıyor olsaydı…
Evin kapısına hepsinden hızlı koşa koşa varmış Buse, üç gündür hiç gülümsememiş anne babasının yüzlerini yaptığı küçük muzırlıklarla güldürmeye çalışıyordu. Dört ailesi üyesi kapıya varmışken boş evin çelik kapısını tıklattı Buse:
-Öcüler! Biz geldiiik! Açsanıza kapıyı…
Tüm aileyi alan kahkaha aile olmayı, ve bunun gibi diğer samimi hisleri hatırlattı hepsine. Dördü de hala kahkahalar atarken bu kahkahalar donuk gülümsemelere dönüştü hemen. Az önce evin en miniğinin tıklattığı kapı daha iki hafta önce yağlanmış olmasına rağmen çıkardığı rahatsız edici gıcırtıyla açıldı. Buse korkuyla annesinin bacaklarının altına girmeye çalışırken aklında kara civciv Rosie ve diğer şeytanlar vardı. Selin’in düşünceleri de pek farklı sayılmazdı 11 yıl büyük olduğu kardeşinden. Cüneyt ve Sevda’nın aklına eve hırsız girmiş olabileceği geldi klasik bir yetişkin gibi. Sonuç olarak herkes korkmuştu alabildiğine ancak hangi ikilinin daha çok korktuğu meçhulken dostlarım Cüneyt Bey hızlıca kapıyı sonuna kadar açtı. Sevda öne doğru seyirtir gibi oldu ancak tek yapabildiği kararsız bir uyarı cümlesiydi pek de cesur olmayan ancak “evin erkeği” olarak diğerlerine güven vermeye çalışan kocasına. Sesinin titrediğinin farkında olmayarak “Kimse var mı?” diye ilk akla gelen saçma soruyu sorarken yapması gereken ilk şeyi yaptı. İçeriye, evine girdi Cüneyt bir baba edasıyla.
Ölüm korkusu kocasına olan sevgisinden üstün çıkmıştı Sevda’nın. En iyisi kocasına bırakmaktı işi. Beyaz yünle çevrili koyu kahverengi Greyder botunu “Home Sweet Home” yazılı paspasa bırakmış kalın yünlü siyah çorabı uzun yünlü pembe halıyla buluşmuştu çoktan. Normalde ayağı bu kalın yünlü pembe halıya bastı mı tuhaf bir huzur kaplardı içini. Evine geldiği için mi yoksa kalın yünün verdiği sıcaklıktanö mıdır bilinmez. Belki de hiçbir zaman bilemeyecekti bunu diye şapkasını çıkardı ona Bay Kötü Düşünceler. Şu an düşündüğü şey “kapıyı nasıl kilitlemedim?” sorusu değil, milyon yıl önceki mağara insanın kaç ya da öldür psikolojisiydi. Adrenalin buna yöneltiyordu onu. Ve çocuklarını koruma içgüdüsü vs…
Öğle güneşinin güven verici ışığına rağmen havadaki yağmurun nemi gergin bir ortam yaratmakta zorlanmıyordu. Her adımda bastığı uzun yünlü halı ona güven vermekten çok dikenli bir geçitten geçtiğini hissettiriyordu. Birkaç dakika süren keşif gezisi ona saatler gibi gelmiş evin 5o  derecelik soğuğunda alnında ter damlacıkları birikmişti. Tüm evi dolaşıp odalara şöyle bir göz gezdirdikten sonra evde kimse olmadığına -en azından hırsız “buradayım!” dememişti- gözü kapı kilidine düşünceleri milyon yıl ilerleyip “kapıyı nasıl kilitlemedim?” sorusuna gelmişti. Kilide bakarken kapı girişine asılmış Soner’in dün evlerine geldiği sırada dalgınlık ve kayıp oğlunun üzüntüsünden unuttuğu bordo atkıya takıldı gözü ve sağ eli şakağına sol topuğu 180 derece dönüp karısına dönerken mahcup kelimeler döküldü ağzından:
-Ah, benim yüzümden… Geçen, evden ayrılırken dalgınlıktan kapıyı kilitlemeyi unutmuş olabilirim. Hani Soner acil gelmelisiniz diye çağırmıştı ya bizi…”
Üniversiteden beri dostu Soner’in oğlu Fatih’in kayboluşu iki aileyi de fena etkilemişti. Fatih onların da oğlu sayılırdı. Beraber büyümüşlerdi Selin’le Fatih. Üç gündür Soner’le ortak olduğu emlak dükkanını açmamış, sokak sokak ellerinde fotoğraf ve broşürle dolaşmışlardı. Haftada bir babasını ziyaret etmek için köye gitmemiş olsa hala broşür dağıtıyor olurlardı Soner’le. Kapıyı kilitlemeyi unuttuğunu söyledikten sonra karısıyla birlikte yatak odasına kasanın ve içindeki değerli eşyalarına doğru gittiler. Servet önemlidir dostlarım. Arkalarından ürkek adımlarla evlerine girerken Selin ve Buse, annelerinin babalarına çıkışmasını dinliyorlardı. “Haklı” diye içinden geçirirken Selin, sağ kaşını kaldırdı. Bu hareketi yapan ender kişilerdendi şüphesiz.
-Abla Rosie mi geldi gene?
-Hayır ablacığım, dedi ya hani babam. Kapıyı kilitlemeyi unutmuş.
-Fatih abiyi de o kaçırdı. Ben yüramda(rüya diyemiyordu ne yazık ki) gördüm onu.
-Ne kaçırması yavrum. Fatih abiyi bulacağız. Üzülme sen…
Küçük kardeşinin söylediklerini ne kadar geçiştirmiş olsa da içindeki küçük bir taraf bu ihtimali göz ardı edemiyordu. Geçen yaz gördükleri hiç de birer yanılsamaya benzemiyordu. Ve Fatih’in gördükleri de öyle… 

ÖLÜM KONÇERTOSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin