KISIM 4 - bölüm 6

2 2 0
                                    

   Dehşetle başını sesin geldiği tarafa çevirdi. Hiçbir şey görmemeyi umuyordu. Umduğu gibi oldu. Görünürde hiçbir şey yoktu. Sadece dur durak bilmez “cik cik” sesleri vardı. Hafif, masum “cik cik” sesleri değildi bunlar. Kara civciv Rosie’in henüz Pıtırcık olduğu zamana ait ötüşler hiç değildi şüphesiz.  O sesleri küçük bir civciv çıkarmaya kalksa ses telleri kopar, her ötüşle göğsü bir balon balığı gibi şişer, söner. Şişer şişer sönerdi… Selin’i bir titreme almıştı bile. Zangır zangır titriyordu. Hani soğuktan çeneniz titrer de konuşamazsınız ya. Selin de koşamıyordu muhtemelen. Koşmak ne kelime hareket ettirebildiği tek uzvu çılgınca sağa sola döndürdüğü kafasıydı. Lanet civciv Rosie’yi arıyordu gözleri. İmkansızdı bu. Biri onunla oyun oynuyordu herhalde. Rosie 17.katın balkonundan gri betona çakılmıştı. Yaşıyor olması saçmaydı. Tavuk büyüklüğündeki kapkara civciv o yükseklikten her türlü ölürdü. Ren Sitesinin what’s app grubunda bir site sakini bir civciv ölüsü gördüğünü söylemişti tam da Rosie’nin çakıldığı yerde. O lanet civciv yaşıyor olamazdı mesajı bizzat kendi gözleriyle okumuştu Selin. O mesajı okuduktan sonra güvenle çıkabiliyordu binadan. Evet, kesinlikle bir eşek şakasıydı bu. Dün geceki düşünceler gene üşüşmüştü Selin’in kafasına. Biri onunla eğleniyordu muhtemelen. Rosie’nin birebir aynı gür, kulak tırmalayıcı sesini kaydetmişti birileri. Hoparlörden geliyordu bu sesler. Ama hoparlör olsa tek bir noktadan gelirdi. Ancak Selin’in kulağına gelen sesler her ötüşte farklı bir yerden geliyor ve bu Selin’in kafasını 180o derece kadar döndürmesine sebep oluyordu. Sanki görünmez bir Rosie Ordusu etrafını sarmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Ürkek bir ceylan gibi koşmaya başladı. Ve koşarken anladı:
Kara civciv Rosie ölmemişti.
Yerdeki ölü civciv onun iyilik dolu tek yanıydı.
Özgür kalmıştı şeytani güç,
Kara civciv Rosie saklı kaldığı minik iyilik dolu bedenden firar etmişti babası sayesinde,
İstemeden yardım etmişlerdi dehşete
Ve kendi ölümüne
Geldiği yerden geri koşan Selin gözlerine inanamadı. Az önce boş bir çakıllı yol olan perspektifinde tavuk büyüklüğündeki Kara Civciv Rosie belirmişti. Koşmaya devam ederken gözlerini birkaç kez açıp kapadı. Hala karşısındaydı. Sonunda ayaklar kendiliğinden durdu. Kendisini bir filmdeymiş gibi hissetti Selin. Görüş açısı bir kameraymış gibi: Rosie’nin kızıl gözlü kapkara yüzüne yaklaştı ve turuncu gagadan tehditkar dolu tek bir ses geldi: Cik!
Artık gideceği tek bir yol vardı. İki uzun sıra olarak inşa edilmiş binalar arasındaki uzun, yağmurla birlikte pis bir bataklığa dönüşmüş yolda koşabileceği kadar koşacaktı. Her iki tarafı uzun gri binalarla çevriliydi. Arkasındaki Rosie de cabası. Daha küçük bir “Pıtırcık”ken peşlerinden heyecanla koştuğu gibi hızlıydı lanet yaratık. Her arkasına bakışında ayaklarının dibinde sivri gagasını kahverengi botlarına geçirmeye çalışıyordu. Üçüncü gaga darbesinde botu ilk yarayı aldı. Daha büyük bir dehşetle koştu ancak Rosie gene hızlıydı. Yedinci darbede ayak bileği kanadı ve botun altına giydiği karpuz dilimli sarı çorabı ortaya çıktı. Sağ botu ayağından çıktı çıkacaktı. Çamura bata çıka dehşetle koşarken bir yandan da bağırıyordu. Umutlu bağrışını ıssız binalardan gelen sesinin yankısı söndürüyordu. Kim olabilirdi ki burada? Çaresiz halde sabahki yarım yamalak yapılan kahvaltının gücünü tüketiyordu. Daha ne kadar koşabilirdi ki? En sonunda teslim olacaktı Rosie’ye. 
Biraz ilerde boş, çamurlu yolda büyük bir delik gördü Selin. Muhtemelen kanalizasyon deliğiydi ve tek kurtuluş yolu gibi gözüküyordu. Ya gücü tükenene kadar koşacak sonrada Kara Civciv Rosie’nin zalim, güçlü kollarına- kanatlarına- bırakacaktı kendini, ya da içinde neler olduğu belirsiz karanlık pis dehlize girecekti. İkinci seçenek en azından bir şanstı ve Selin deliğe gelir gelmez atladı. Beklediği gibi 4-5 metre uçtu ve pis kanalizasyon zeminine çakıldı. Düştüğü zemin ıslak, çamurlu ve daha birçok pis yumuşak şeyle kaplı olsa da ayakları ve üzerine düştüğü kalçası büyük bir şiddetle acıdı. Cep kısmındaki kırmızı gül işlemeli mavi kot pantolonu fütürist bir tabloyu andırıyordu adeta. Düşer düşmez refleksle kalçasını tutarken korkuyla yukarı baktı. Peşinden koşan lanet civciv Rosie başı yavaşça kayarak kayboldu delikten. Kapkara tüylü kafası kaybolurken tek bir cik sesi geldi. Bu tek ötüş uçsuz bucaksız kanalizasyonda yankılandı.
Civcivden kurtulmasıyla duyduğu sevinç şu an bulunduğu çaresiz durumla kayboldu aynı hızla. Ayağa kalktı yavaşça. Yürümeye çalıştı ve sağ yağının topalladığını fark etti. Sağ baldırı üzerine düşmüştü. Umudu daha da azaldı Selin’in. Koskoca bir ağ olan pislik içindeki kanalizasyondan çıkması bu topallayan bacağıyla daha da kötü bir durumdu. Burnu kanalizasyona atlamasından beri kırışık bir haldeydi. Küf, dışkı, idrar, ceset ve daha birçok pis koku iç içe bir kokteyl oluşturmuştu. Dört-beş metre çapındaki yuvarlak kanalizasyonda hangi yöne gideceğine karar veremiyordu. Aslında pek cesareti de yoktu. Işık olan tek yer burasıydı. Sağı da solu da tamamen karanlıktı. Ancak orada oturarak ölümünü bekleyecek de değildi Selin. Hızla telefonunu çıkardı. Tek çaresi babasını aramaktı. Babasının ne kadar kızacağını biliyordu ancak ölüm kalım meselesiydi bu. Rehberde “babacığım” a basarken ona ulaşamayacağını anladı üzüntüyle.  Şehrin uzak bir ucunda, daha “yapılmamış” binalarda, değil şebeke altyapısı elektrik direklerinin bile olmadığı bir yerde aramadan söz edilemezdi. Telefon her çağrıda otomatikmen kapanıyordu. Mesaj atmayı denedi ancak her mesaj da başarısız oluyordu. İnterneti denedi bir umutla ancak Turkcell’in hızlı çekim gücü bile su kanalizasyonları dışında hiçbir altyapısı olmayan bu ıssız yere yetmiyordu. Hışımla telefonu koyu mor Nike sırt çantasına vurdu. Vurur vurmaz kafasında bir ampul yandı. Kendi kendine gösterdi kurtuluşunu Selin. Çantası yanındaydı…

ÖLÜM KONÇERTOSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin