Anne, ben çıkıyorum!
-Hey dur bakayım, nereye gidiyorsun bu yağmurda?
-Ne yağmuru? En son akşam yağdı ya?
Elinde temizlik bezi kapıya doğru gelen Sevda Hanım kızının elindeki kayıp broşürlerini görünce tepkisi değişti hemen. Gözleri broşürlerde kalmış dalgın dalgın:
-Hmm tamam kızım, gidebilirsin… Ben de temizliği bitireyim, gideyim bir Nurgül’ün yanına. Bakalım bir gelişme var mı? Yazık oldu kadıncağıza üç gündür… Nerede bu ço-
-“Oldu o zaman anne, çıkayım ben…” derken annesinin başladı mı bitmeyecek laflarını kesti. Fatih hakkında konuşuldukça içinde bir burukluk hissediyordu. Az biraz da suçluluk. İçten içe hissettiği ancak aynı bencillikle bastırdığı duygular. Keşke geçen yaz ki tuhaf olayları anlatmasaydı Fatih’e. “KEŞKE!” diye bağırırken bütün gücüyle çarptı kapıyı. Asansörün çağırma düğmesine basarken Fatih’i bulana kadar her gün onu arayacağını söylüyordu kendisine. Okul bir haftalığına tatil olmuştu ya. “Hademe Galip’in ölmesinin bir faydası” derken kendisini azarladı gene, birinin ölmesinden kendisine çıkar sağlamış bir “kötü adam” gibi hisseden Selin. Dersler video konferans yoluyla online işleniyordu. Tabi kaç kişinin katıldığı, derslerini işlenip işlenmediğini sorgulatıyordu adama. “Öff bana ne!” diye üçüncü kez çıkıştı kendine Selin.
Ondan sonra on beş dakika kadar otobüs beklemiş, soğuğun vücudunu dondurmasıyla kendine çıkışma silsilesi de durmuştu. Otobüs öğrenci ücretini(1.25 TL) verip – akpil falan gelmemişti Timor’a, ve bu nüfus artış hızıyla daha bir yüzyıl da gelmezdi- en arkadaki cam kenarına oturdu. Burada yer bulması onu şanslı hissettirmişti. Bir cumartesi günü, pek yolcunu olmadığı otobüse taşra taraflarında bile pek rastlanmazdı. Ancak otobüsün yolcu almak için durduğu bir durakta açılan kapılarla birlikte içeri giren soğuk hava dalgası Selin’e otobüsün neden boş olduğunun cevabını vermişti bile. “Haklısınız Nüfus ve İnsan İlişkileri Tanrısı” diye mırıldandı kendi kendine. Her işe ayrı bakan bir tanrının olması fikri hoşuna gidiyordu Selin’in. Böyle olmadığını ne kadar bilse de kendi kendini eğlendirmesi bir şey değiştirmiyordu sonuçta. Gene aynı tanrıya bir başka soru iletirken cevabını aldığını hissetti.
-Acaba Fatih Demir nerede bayım/hanımefendi?
Otobüsün kapısının hemen önündeki boş alanda bir eli çantasında diğer eli düşmemek için sarı silindir şeklindeki demir parçasına tutunmuş, kulağındaki kırmızı kulaklık ve orta uzunluktaki saçlarını şarkının ritmiyle sallayan çocuk, kaybolmuş Rock n’ Roll sevdalısı arkadaşı Fatih’i andırdı Selin’e. Çocuğun Fatih kadar olamayacak kadar kısa boyunu, anın heyecanıyla fark etmeyen Selin sağ omzundan dürttü onu. Onu dürten kişinin müzik keyfini bozmuş biri olarak mimleyen çocuk şaşkınlık ve biraz da rahatsızlıkla Selin’e dönerken sol kulağındaki “pods”u çıkardı. Çocuğun kendisine döner dönmez Fatih’in ki olamayacak kadar uzun, kemerli burnu ve sivilcesiz yüzü gören Selin, hemen özür diledi:
-Affedersiniz, birine benzettim de!
-“Sorun yok!” der, gene müziğine koyulurken hiç de “sorun yokmuş” gibi değildi yüz ifadesi. Sonunda Timor Nehri’nin üstünde bulunan köprüyü de geçtikten sonra durakta indi. Pek kimse yoktu zaten şehrin bu uzak kısmında. Aramadığı bir tek burası kalmıştı zaten. Elektrik santrallerinin ıssız olduğu kaideye ters, çevresinde kurulmuş Sevinç Mahallesi ile karşısındaydı Timor ve onun büyük elektrik santrali. Orta halli etliye sütlüye karışmayan insanlarla dolu Sevinç Mahallesine giden beyaz çakıl taşlı yoldan giderken kahverengi botları bembeyaz oldu Selin’in.
Her zamanki gibi, yoldan geçen tek tük kişiye Fatih’in iki ay önce kimliğine konması için çekilen fotoğrafı gösterirken her direğe kayıp broşürünü asıyordu. Pek umudu yoktu bu mahalleden. Kendi halinde normal bir mahalleydi burası. Mahallenin son sokağını da taradıktan sonra, yaklaşık 100 metre sonra başlayan elektrik santralinin kızıl toprakla örtülü arazisinde artık kullanılmayan paslı bir elektrik direği, eski tüplü televizyonların olduğu bir metal yığını, terkedilmiş en arka camı kırılmış bir splinter servis ve içindeki yayları fırlamış haki renkte bir çekyat gözüküyordu. İki saattir soğuk sokaklarda dolanan yorgun ve üşümüş bedeni, Selin’i geldiği yola yöneltti. Zaten tüm mahalleyi gezmişti. Hiçbir iz yoktu Fatih’ten gene. Bir arkadaş olarak dostunun ne intihar edebileceğinden, ne evden kaçabileceğinden ne de “öldürülebileceğinden” şüphesi vardı. Son üç gündür pek dalgın olduğundan ve bunun nedeninin kendisininki gibi(ve tabi Buse gibi) gördüğü hayallerden olduğunu düşünen Selin, kayıp dostu hakkında hiçbir fikir yürütememesinden utandı. Bu düşünceler eşliğinde geldiği yoldan dönmüş, hızını arttırmış rüzgârda üzerindeki mor ceketin altında üşümemeye çalışırken otobüs bekliyordu. Rüzgârın soğuğu bir süre sonra yorgun ve aç bir vücut getirdi. Daha fazla belirsizliklerle kafayı yoramazdı. Şu an aklındaki tek belirsizlik annesinin akşam hangi yemeği yaptığıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM KONÇERTOSU
HorreurÇocukluktan beri iki arkadaş, Fatih ve Selin, Başlarına gelecek Timor'un Laneti İlk kurbanlar, Çoktan seçildiler bunun için Bundan bihaber...