thirty eight

82 11 6
                                    

   İrkilerek gözlerimi açtım. Kısık bakışlarımı tavana sabitleyerek hızla çarpan kalbimin sakinleşmesi için kendime zaman tanıdım. Bir dakika önce görmüş olduğum kabusun her detayını unutmuştum bile ama korku hala bedenimdeydi. Derin bir nefes aldım. Terden alnıma yapışmış saçlarımı geriye yatırdım ve doğrulmaya çalıştım. Ancak kolumun üzerindeki ağırlık bana izin vermiyordu.
   Burnu yanağıma değerken, nefesi tenimi okşuyordu. Elleri göğsümdeydi. Bir bacağını bedenimin üstüne atarak beni sarmalamıştı. Üstündeki battaniyenin yarısı yerdeydi ve üstünde sadece benim uzun tişörtlerimden biri vardı. Teni soğuktu. Ancak teni ne kadar soğuk olursa olsun, vücuduma değen teni beni yakıyordu. Kuruyan dudaklarını yaladığında tenimi kavuran dili ise cabasıydı. Dudaklarına yapışmak istiyordum. Dudaklarımız birbirine kenetlensin ve öyle ölelim istiyordum. 
   Yavaşça doğruldum. Uyuşan kolumu onu uyandırmadan çekmeye çalıştım.
''Günaydın...'' Sessizce mırıldandı. Güzel gözlerini çok kısa bir süre bana sundu ve onları tekrar sakladı. Uykulu suratına bakarken minik bir kıkırdama dudaklarımın arasından çıktı. Omzuma vurarak kızgın bir şekilde bana baktı.
''Eğleniyor musun?'' Yere düşmek üzere olan battaniyeye yetişmeye çalışırken ellerini tutarak engel oldum. 
''Hayır! Lütfen çok tatlısın. İzlememe izin ver.'' Mırıldanarak benden kurtulmaya çalışıyordu. Ancak dudaklarındaki tebessümden hoşlandığını anlayabiliyordum. 
    Beni itekleyen ayaklarına şaşkınlıkla bakarak büyük bir kahkaha attım. Bacaklarımı iki yana koyarak üstüne çıktım.
''Sabah sabah uğraşma benimle.'' Bileklerini tutarak başının üstünde birleştirdim. Kaşlarını çatmış sinirli bir şekilde bana bakıyordu. Göğsü aldığı derin nefeslerle beraber hızla inip kalkıyordu. Gözlerimi kısarak yavaşça sevgilimi süzdüm.
''Şuan ne kadar ateşli gözüktüğünü biliyor musun?'' 
   Bakışları anında değişti. Yeni uyandığı için şişmiş olan dudaklarının üstünde dilini tehlikeli bir şekilde yavaşça gezdirdi. Gözlerindeki parıltı açığa çıktı. Dudaklarını ısırdı ve altımda usulca kıvrandı. Bacaklarım titrerken şaşkınlıkla bakıyordum. Evet, bunu başlatan bendim ama ondaki güç bende yoktu. Şuan bana öl deseydi 1 saniye bile düşünmezdim.
   Başını yana eğdi, ince boynunu bana sergiledi. Bir anda dilini kolumda hissettiğimde keyifle inledim. Bu beklenmedik tepki ikimizin de şaşkınca birbirine bakmasına sebep oldu. Bundan faydalanarak beni geriye doğru devirdi. Artık dizginleri elinde tutan kişi oydu. Yüzündeki alaycı gülümsemeyle bana bakıyordu. Bense utançtan kıpkırmızı olmuş bir şekilde koltuğun içine gömülmeyi diliyordum.
''Şimdi kim eğleniyor?'' Bir şeyler söylemek için açtığımda dudaklarımın arasından anlamsız sesler çıkıyordu sadece. Susmanın daha iyi bir eylem olduğunu düşünerek Evelynn'in güzel yüzüne bakmaya devam ettim. Gülümseyerek üzerimden kalktı. Yere düşen battaniyeyi üstüme attı.
''Aptal.'' 
''Nereye gidiyorsun? Ben çok iyiydim.'' Doğrularak hiç utanmamış gibi tatlı bir gülümsemeyle ona baktım.
''Ben üzerindeyken öyle gözükmüyordu ama.'' Çok bilmiş bir tavırla yüzüme baktı. Dudaklarımı büzerek bakışlarımı kaçırdım. 
   Uzun kollarını yukarı kaldırarak gerildi, kısa adımlarla bahçenin kapısını araladı. Üzerimdeki battaniyeyi de alarak yanına gittim. İçeri giren soğuk havadan sevgilimi koruması için, küçük omuzlarına bıraktım. Arkasından sıkıca sarıldım. Toprak kokusu ve Evelynn'in kokusunu içime çekerken birlikte yağan yağmuru izledik. Başını geriye attı, minik dudaklarını büzdü.
''Şuan beni öpmen gerekiyor.'' Gözlerini kapatarak onu öpmemi bekledi. 
''Zevkle efendim.'' Vücudum hazla kavrulurken yaklaştım. Dudaklarımızın arasındaki santim beni kendimden geçirmek üzereydi. Boşluğa değen dudaklarım sayesinde irkilerek kendime geldim. Mutfağa doğru ilerleyen küçük kadınıma bakakaldım. Saçlarını oyuncu bir edayla savurarak arkasına döndü.
''Geç kaldın.'' 
   Küçük yaramaz bir çocuk gibi mızmızlanıyordum. Duymuyordu belki ama dudaklarım çığlık çığlığaydı. Bir peri tarafından aldatılmışlardı! Onun dudaklarıyla birleşmezse öleceklermiş gibi...
''Sana kahvaltı hazırlayacağım. Üstünü değiştirip gel, işine geç kalma.''
''Peki gelince seni öpebilir miyim?'' 
  Dolaptan çıkardığı yumurtaları tezgaha bırakırken gülümseyerek bana baktı.
''Evet, öpebilirsin.'' 


    Gömleğimin son düğmesini iliklerken karşısındaki sandalyeye oturdum. Ben tostumu iştahla keserken Evelynn bardaklarımıza meyve suyu doldurdu. Küçük domateslerin birkaç tanesini tabağıma koydu. Masanın üzerindeki tüm kahvaltılıkları önüme iteklerken sorarcasına yüzüne baktım.
''Kahvaltını güzel yapmalısın. İşte enerjiye ihtiyacın olacak.''
''Tamam annecim.'' Gülümseyerek tostumdan bir ısırık aldım. Yüzündeki tatlı tebessümle bir süre bana baktı. Yavaşça saçlarımı okşadı.
''Aferin oğluma.'' 
    Bir görüntü geldi gözlerimin önüne. Evelynn ve minik bir oğlan. Uzun saçlarını toplamış, kısa kakülleri alnından dökülüyor. Oğlunun geceleri uyutmadığı belli, yorgun gözaltları merhaba diyor. Ancak yüzündeki gülümsemeye bakıyorum, hiç şikayetçi gözükmüyor. Minik oğlunu kucağında tutarken kahkahalar atıyorlar. Önlerindeki kitabın resimlerini yavaşça geçiyorlar, hepsini tek tek inceliyorlar. Oyuncaklar yere saçılmış, her yanları yastıklarla dolu. Bitmiş bir biberon şişesi koltuğun üstünde duruyor. Güneş odayı doldururken bebeğin bakışları bana dönüyor ve yeşil gözleri, benim yeşillerime sesleniyor; 'Merhaba baba.'
   
Boğazımda takılan ekmek yüzünden öksürerek kendime geldim. Yarım kalan meyve suyunu kafama direkt aniden ayaklandım.
''İyi misin?'' Evelynn'in tatlı suratına bakakaldım. 
   Bu mümkün müydü? Aldığı bütün sorumlulukları zorla taşırken bir de böyle bir sorumluluk yükleyebilir miydim ona? Kendi ailesine benzer bir aile yapmaktan korkan biri olarak ne düşünürdü? 'Biz' buna hazır mıydık?
''Ben- İş! İşe geç kalıyorum.'' 
  Çantamı ve yanındaki şemsiyeyi kaptım. Botlarımı hızla geçirdim, Evelynn kapıda durarak beni izlediğini biliyordum. 
''Görüşürüz.'' Arabama doğru ilerliyordum ancak Evelynn beni durdurdu.
''Harry! Bir şey unuttun!'' 
   Ona döndüğümde yağan yağmuru, ıslak çimleri aldırmayarak çıplak ayakla bana koştuğunu gördüm. Her şey ağır çekimde oluyordu benim için. Bana doğru koşarken attığı her adımda sıçrayan minik damlaları bile görüyordum sanki. Rüzgardan dağılan saçlarının her bir teli yavaşça düşüyordu omuzlarına. Önümde durdu, kollarını yavaşça sardı omuzlarıma, yavaşça yaklaştı bana ve dudaklarımı yavaşça kapattı dudaklarıyla. Ve her şey tekrar eski hızına döndü.
   Yağmurun altında uzun bir süre öpüştük ve nefes nefese ayrıldık birbirimizden.
''Öpücüğünü unuttun.'' 
   Yüzündeki gülümsemeyle arkasını döndü ve kapıyı kapatarak kayboldu. 
   Beni yağmurun altında dakikalarca tutan ve yağmurla beraber ağlamama sebep olan şey neydi? Benim içimdeki şüphe miydi, yoksa onda gördüğüm umutsuzluk muydu? 

Psychologist // hsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin