nine

460 47 6
                                    

Bakışlarım telaşla etrafa bakarken ellerim boş kalmamak adına sürekli bir şeylerin yerlerini değiştiriyor, düzeltiyor veya alıp o şeyi ortadan kaldırıyordu. Uzun bacaklarım sürekli bir oraya, bir buraya gidip duruyordu. Kalamıyordum, hiçbir şekilde sakin kalamıyordum. Odanın krem rengi duvarlarında asılı olan saatin sesi, beynimde yankılanıyordu.
"Tamam," dedim ellerimi birbirine sürterken. "...her şey hazır."
Her dakika başı olduğu gibi kalbime tekrar bir şüphe düştü. "Hazır, sanırım."
Endişeden gözlerimin dolduğuna inanamıyordum! Resmen küçük bir çocuk gibi ağlamaya başlayacaktım birazdan!
Hızlı ve büyük adımlarla odamdaki aynanın karşısına geçtim. Saçlarımı düzelttim, bu sabah bukleli saçlarıma biraz daha özen göstermiştim. Hatta bandana takmıştım farklı olsun diye. Kırmızı bir bandana. Geçen günlerde bana "Kırmızının tonlarını seviyorum," demişti. Ona, yaşamak istediği tutkulu aşkı anımsatıyormuş. Bukleli saçlarımın arasında asılı duran koyu kırmızı bandana resmen bağırıyordu; Ben sana aşığım. Bana gel, beraber tutkulu bir aşk yaşayalım.
Sonra üstümdeki kıyafetleri düzelttim ve tekrar gözden geçirdim. O genelde siyah ve yeşil giyerdi. Yeşillerle donatılmış açık kahvelerini öne çıkaran bir koyu yeşil. Ben de koyu yeşil bir kazak giymiştim bugün, altımda ise siyah pantolonum vardı. Siyah botumu giymiş ve iplerini gevşekçe bağlamıştım. Uzun bir süre aynada dikkatlice kendime baktım. "Hazırsın Styles. Her şey tamam." Derin bir nefes aldım, saçlarımı son kez düzelttikten sonra odaya baktım. Kendisini resmettiği, kanatlarından derin yaralar almış Evelynn, çoktan odanın duvarında yerini almıştı. Aldığım küçük ışıkları karışık bir şekilde dizmiştim. Onun için aldığım hediyelerin hepsini bir köşeye yerletirmiştim ve onun için özel bir pasta yaptırmıştım. Büyük, siyah bir piyano ve o piyanonun başında da iki kişi. Derin yaralar almış küçük bir kız, delicesine aşık olan bir oğlan. Hatırladığım anının yakınlığı kalbimi tekletti, aynı anının üzüntüsü ise içime hüzün serpiştirdi.
Kapının tıklatılmasıyla irkildim.
Gelmişti.
Kalbim heyecanla çarpmaya başlarken aceleyle cebimden çıkrmaya çalıştığım çakmak titreyen ellerimin arasından kaydı ve  masanın altına gitti.
"Siktir.." Diz çöktüm ve bakışlarım çakmağı ararken kapıya doğru kekeleyerek bağırdım.
"B-bi-bir daki-dakika."
"Bay Styles, benim Cameron." Duyduğum ses ve açılmış kapı aralığından kafasını uzatan genç Cameron'u görmem ile derin bir nefes aldım.
"Nasıl telaşlandım haberin var mı!? Onun geldiğini sandım! Bana haber vermeni söylemiştim!"
Mahcup bir şekilde gülümsedi.
"Ben de onu haber vermek için geldim efendim. Güzel kız Evelynn geliyor."
Güzel kız? Sikeceğim şimdi.
Kaşlarım aniden çatıldı. Sert bir şekilde çakmağı aldığım ellerim ayağa kalkarken yumru şeklini almıştı. Kafasını kapı aralığına sıkıştırıp, onu orada öldürmemek için kendimi zor tutuyordum.
"Çık dışarı.." Kapıyı kapatacağı sırada ekledim. "Hatta şirketten çık."
Bu akşam tüm zamanımk küçük kıza ayıracaktım. Bütün seanslarımı, bütün toplantılarımı ertelemiştim. Tüm akşam ona ait olacaktım. Kısa bir baş onaylamasıyla odadan çıktı. Aceleyle pastanın üstündeki mumları yaktım. Odanın ışığını kapatıp, duvardaki küçük ışıkları açtım. Aldığım derin nefeslerle ellerimin titremesini geçirmeye çalışıyordum.
Ve kapı çaldı.
Ellerim gibi, feci bir şekilde titreyen sesime engel olamadım. "Gel."
Bakışları ayaklarında, saçlarını at kuyruğu yapmış ve benim gibi koyu yeşil bir kazak giymiş güzel gözlü kız girdi içeri. Soğuktan bembeyaz olmuş elleriyle kapıyı örttü ve sonunda, gözlerini yerden kaldırıp onun için hazırladığım tüm şeyleri gördü.
Önce şaşkın bakışlarla etrafına baktı. Sonra yorgun gözleri hediyelere takılı kaldı, ama en çok duvardaki resimle ilgilendi bakışları. En sonunda, gözyaşlarını misafir eden gözleri gözlerimle çakıştı. Öyle bir gülümsedi ki, bir daha aşık oldum.
"İyi ki doğdun. Nice mutlu, benli yıllara."
Eskimiş, hırpalanmış çantasını çıkararak yere koydu. Yüzündeki gülümseme daha da büyürken sessiz adımları, piyano ve oturan iki gencin etrafına 17 tane mum dizdiğim pastaya yaklaştı. Dudaklarından küçük bir kahkaha firar etti.
"Sen..." Devam edemedi. Gözlerinden akan yaşı belli etmeden silmeye çalışırken, devam edemedi. Yutkundu.
Onu mutlu etmiş olmanın verdiği huzuru, hiç bu kadar gerçek bir şekilde hissetmemiştim. Tutamadığım, suratımda yer edinmiş çocuksu gülümsemeyle yanına adımladım.
"Hadi, bir dilek tut ve mumları söndür."
Ellerimi tuttuğu zaman, vücudum anında tepki vermiş ve ellerimizin birbirine kenetlenmesini sağlamıştı.
"Benimle beraber dilek tut ve benimle beraber mumları söndür."
Cevap vermedim, çünkü bana ne söylerse söylesin yapacağımı biliyordu.
Birbirimize doğru döndük. Dudaklarındaki tebessüm ve gülümseyen gözleriyle bir süre bana baktı.
"Hayatım boyunca seninle olmayı diliyorum."
Dudaklarından çıkan fısıltı, bütün bedenimi titretti. Bunu fark etti, kocaman gülümsedi. Bir adım daha atarak iyice yaklaştım. Sıklaşmış nefes alışverişlerimi saklama gereği duymadım.
"Benim olmanı diliyorum," dedim. Ama sesli bir şekilde dile getiremedim. Kelimeler diken oldu, takıldı kaldı.
"Tuttun mu?"
"Tuttum."
Gülümseyerek pastaya doğru döndü. Aynı anda üfledik, aynı anda mumları söndürdük. İçimde tutamadığım heyecanla onu hediyelerin önüne çekiştirdim.
"Hadi, aç."
Heyecandan yerimde duramıyordum, yaramaz çocuklar gibi sürekli hareket halindeydim.
"Bunların hepsi benim mi?"
"Evet, hepsi." Kollarım sürekli hareket edip duruyordu. "Eğer beğenmediğin bir şey olursa seninle gidip hemen değiştiririz."
"Hayır, beğeneceğimden eminim. Teşekkür ederim Harry. Ama bu kadar hediye fazla değil mi?"
Hızla kafamı salladım.
"Sen dünyaları hak ediyorken, bu birkaç kutu mu senin için fazla?"
Kutuların önüne oturdu ve ellerimden tutarak beni de yanına çekti. En öndeki iki kutuyu aldı, önüne çekti. Kapağını kaldırdı ve onun için aldığım kazakları, montu çıkarıp yüzündeki gülümsemeyle inceledi. Elleri geniş, açık mavi, yumuşak kazağı kavradı.
"Bunun rengine bayıldım, gökyüzü gibi."
Aniden gelen bir sinirle siyah, kalın montu alıp önüme çektim.
"Kışın her gün, ama her gün,.." İşaret parmağımı yüzüne doğru tuttum. "...bu montu üzerinde göreceğim. Zaten hiçbir şey yemiyorsun, incecik bir şey kalmışsın. Bünyende zayıftır bu yüzden. Hemen hasta olursun. O yüzden..." Bir hışımla diğer pembe kutuyu kaptım. "...o montun içine bu kalın sweatleri giymelisin."
Dudaklarında eğlenir bir gülümseme vardı.
"Söz veriyorum, hepsini giyerek eskiteceğim."
"Güzel." Kararlı bakışlarım onu daha çok sevindirmişti. Kıyafetlerin olduğu 5 kutuyu da açmıştı. Mavi, büyük kutuyu çekip aldı, içerisindeki iki bot ve iki spor ayakkabıya bir süre baktı. Sonra bakışları yavaşça ayağındaki yırtık ayakkabılara kaydı. Dudakları büzüldü, elleri ayakkabısına gitti ve çıkarttı. Küçük bir kız çocuğuna alınmış ilk ayakkabıymışcasına hızla siyah bağcıklı botu kapıp, ayaklarına geçirdi.
Elleri istemsizce koluma tutundu. Büyük sevinçle ayakkabılarıyla ilgileniyordu.
"Çok beğendim. Hey, senin botlarına benziyor!" Yüksek sesle söylerken, parmakları botlarımı gösteriyordu. Kahkaha attı. Üzerimizdeki kazakları işaret etti.
"Kazaklarımızda aynı renk bugün! Bayıldım! Sanki çift gibiyiz!"
Sonra beni ateş bastı. Kırmızı yanaklarım duvara astığım lambalar gibi kırmızı ışıklar saçtı. O kutuları açtı, ben kırmızı suratımla yanında öylece kaldım. Ve en sonunda küçük, kırmızı kutuya geldi. Yüzündeki mutluluk yerini meraka bıraktı. Yaralı elleri kutunun kapağını kavramadan önce bakışları şüpheyle birkaç saniyeliğine yüzümde oyalandı. Kırmızı kutuyu açtı, içindeki kocaman kar küresini çıkardı.
Dudakları şaşkınlıkla aralandı, yanakları kırmızıya boyandı, dudakları gülümsemeyle taçlandı. Küçük kız çocuğu gibi utançla boynunu büktü.
Kar küresinin ortasında duran, alınları birbirine yaslanmış, elleri birbirine kenetlenmiş iki gence baktı. Önce güzel gözlerini kapatmış, pembe dudakları mutlulukla kıvrılmış, gökyüzü mavisi beresinin altından uzun kahverengi saçları dökülmüş kıza,kendisine baktı. Sonra siyah paltosunu giymiş, koyu mavi beresininin altından birkaç buklesi çıkmış, küçük kızla aynı siyah botları giymiş adama,bana baktı.
Küreyi bir kenara bıraktı, uzun uzun bana baktı. Yaralı parmakları önce kırmızı bandanama dokundu, dudaklarında tebessüm oluştu. Sonra buklelerimi usulca okşadı.
"Sen.." Derin bir nefes aldı, loş ışıkların yarattığı ortamda bana biraz daha yaklaştı. "...ne güzel bir adamsın."
Yaklaştı, zaman durdu, nefesim kesildi, tüm vücudum titredi, ellerim uyuştu, durmadı, yaklaşmaya devam etti, gözkapaklarım örtüldü, dudaklarım sızım sızım sızladı.
Beni öptü.

Psychologist // hsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin