You Are My Wine -10

928 150 227
                                    


O güzel yorumlarınızı okumak beni çok mutlu ediyor. Çekinmeden yorumlarınızı yazın, sonuçta burada biz bizeyiz. Sizlere değer verdiğimi bilin.^^

İyi okumalar.

___________

İçimdeki boşluğun yerini doldurmaya başlayan bir şeyler vardı. Çok değişikti, anlamlandıramadığım bu şey cidden çok değişikti. Kapanın arasına sıkışmış ve formatlanmış gibi hissediyordum. Şuan ki her şeyi programlamışlardı, bende yeni sürüme geçmiş bir computer game gibiydim. Geçen bir kaç güne nazaran darbelere ve bıraktığı acıya alışmaya başlamıştım. Zaman gerçekten soyut ve iyileştiren etkili bir ilaçtı. Günden güne farkında olmadan seni yavaş yavaş duygusuz, nevropat, insanlara karşı acımasız, asosyal ve yeterince umursamaz yaparak seni eskilerden arındırıyordu. Yaşadığın acıları kalıcı olmasa da, tüm acıların üzerine ince bir katman çekiyordu. Kazıdıkça ortaya çıkan, deşmedikçe kendini göstermeyen bir yara olarak kalıyordu.

Her şeye ayak uydursam, bende oyuna katılsam ne olur diye düşünmeye başlamıştım bir süreden sonra. Taehyung'un dediklerinin üzerine gitmeye başlayacaktım. Bir oyun varsa çekinmeyecek, kendi kurallarımla oynayacaktım. O süre zarfında Jin'in olayının perdesini aralamış, çaktırmadan dikizliyor olacaktım. Anlamakta zorlandığım bir şey vardı. Tüm bu tavırları, konuşmamazlığı, boyun eğmesi Jungkook'tan mı, yoksa Taehyung'tan mı kaynaklanıyordu, her şey şimdilik çok karmaşıktı.

Ona sorulan sorulara sürekli Taehyung cevap veriyor ve Taehyung yönlendiriyordu. Jungkook ile aralarının nasıl olduğunu bilmiyordum fakat kesinlikle ikisinden birinin onun üzerinde bir etki yarattığının da farkındaydım. Jungkook zarar vermek ile tehdit ediyor olabilirdi ya da Taehyung Jungkook'un kullandığı yola başvuruyor olabilirdi. Her şeyi göz önünde bulundurmak zorundaydım, her türlü pisliği onlardan beklerdim çünkü.

Taehyung seçeneği benim için ilk sıradaydı, çünkü Jin'in en yakın olduğu kişi Taehyung'tu. Ortaya attığım tezlerim doğru çıkmasa bile yeni bir yola başvurmam gerekiyordu. Jin'e soru sorarak ağzından laf almayı başaramazdım, o fazlasıyla tuhaflaşmıştı. Jin eski Jin değildi artık. Şimdilik soru sormayacak ve Seokjin'in bana bir şeylerden bahsetmesini bekleyecektim. Daha doğrusu bunu yapmasını umuyordum. Bana illa ki ötecekti bir şekilde. Ağzından kaçıracaktı olanları ama o eski Jin'den eser kaldıysa tabii. Onun sırtımdan vurmasını sindiremezdim, o beni sırtımdan vurmazdı, çünkü vuramazdı.

Kardeşler birbirini sırtından vurmamalı Jin. Ben ve sen biriz, ayrı kanlardan olsakta kardeşiz. Kafana silah namlusu dayansa da ölürsün ama satamazsın, ben satamazdım.

Tüm bu süreç içerisinde gelişen olaylarda Jungkook'un parmağı olabilirdi ve bu oyunda da beni başrol olarak belirlemişti. Tek tek birleşen küçük puzzle parçaları ile her şey yerli yerine oturmaya başlayacaktı ve umarım bu kuyunun dibinden fazla hırpalanmadan çıkmayı başarabilecektim.

Merak etmiştim doğrusu, beni şimdi ne için deniyordu, ne için sınıyordu, kurduğu sinsi planlar neydi? Bundan saatler önce yaşanan olaylar tüm okları kuşkusuz ona çeviriyordu. Bahçe kapısından birisi içeri girmiş ve ne tesadüf Jackson'un yakınlaşmasıyla vazo saniyesinde parçalara ayrılmıştı. Karşımdaki camda gördüğüm yansıma ile akşama doğru beni sıkıştıran adamın giyinimi aynıydı. Onun bulanık olan görüntüsünü yakalayamasaydım, belkide bu kadar emin konuşamayacaktım.

Hırıltılı ve yeterince ustaca çalışılmış değişik bir ses tonu ile kendini çok iyi gizlemişti. Daha kim olduğunu seçemediğim adam ile aramda ki bu tuhaf diyalog, aklıma sadece Jeon Jungkook'u getiriyordu. Bu derece usta bir işi sadece o yapabilirdi. Konuşması Japonca değildi, hangi dili bildiğim hakkında da bilgisi vardı. Jungkook tehdid etmekten asla çekinmezdi. Söylediği cümle benim için yeterince çeldiriciydi.

Touch Me ❦Jikook❦√Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin