2

107 13 3
                                    

Bir insanın hayatı iki yılda ne kadar değişebilirdi? Ne kadar değişebilirse benimki de o kadar değişmişti işte...

İyi kötü eve gelen ve ellerinden geldiğince benimle ilgilenmeye çalışan annem ve babamın ilişkisi gözlerimin önünde parçalanıyordu, hiçbir şey yapamıyordum.

İki sene önce yaşanan o kazadan sonra aylar boyunca kendimi suçlamıştım, depresyona girişim ile birlikteyse evin içindeki kavgalar başlamıştı. Ve hayır, depresyondan kastım battaniyenin altına girip kendimi çikolataya boğmak gibi ergence bir şey değildi, üç ay öncesine kadar yoğun bir psikolojik destek almak zorunda kalmıştım.

Durumumun bu denli kötü olduğunu fark etmeleri iki haftalarını aldı, sebebini hiç kimseye söylemediğimden, söylesem de bana inanmayacaklarından, problemin ne olduğunu hiçbir zaman anlamadılar ve birbirlerini suçlayıp durdular.

Bir yerde hata yaptıklarını biliyorlardı çünkü yetiştirdikleri ilk evlat ben değildim, benden beş yıl büyük olan abim Kanada'da üniversite okuyup hayatının keyfini sürmekle meşguldü, ona o kadar sinirliydim ki... Tüm bunlar olurken bir kere bile yanımıza gelmeye tenezzül etmemiş, birkaç kıytırık telefon konuşmasıyla her şeyi hallettiğini düşünmüştü muhtemelen.

Babam annemi benimle yeterince ilgilenmediğiyle suçlamaya başlamıştı, fakat annemin de hukukçu olduğunu unutuyordu, annem ise ikimizin çocuğu o omuzlarına fazla sorumluluk yüklediğin için böyle oldu demişti.

Ama konu buradan çıkmış, kavgalar bir kartopunun büyüyerek devleşmesi gibi artmıştı. Birbirlerinin her şeylerine karışıyor ve laf ediyorlardı, ikisinin de duygusal olarak yıprandığını iyi biliyordum, fakat babamın dün gece evi terk etmiş olması annemin yüzüne bir tokat gibi çarpmıştı.

Jungkookun komaya girmesinden kendimi sorumlu tuttuğum gibi bu durumdan da kendimi sorumlu tutmam kaçınılmazdı elbette, fitili yakan şey benim her gece geçirmeye başladığım nöbetler ve kendimi kaybetmemle başlamıştı.

Tüm bu kavgalara bağışıklık kazanmış gibi hissediyordum, babamın evden gitmesi bile bende büyük bir etki bırakmamıştı diyebilirdim. Annemin her gece ağlamalarına, babamın günden güne çökmesine ve hiçbir şeye dahil olmayan abime... Her şeye alışmıştım artık.

Şunu söylemem gerekiyor ki birini öldürme korkusu bedeninize girdiğinde bu tarz şeyler fazla abartı endişeler olarak geliyordu.

Haberi duyduğum ilk akşamı hatırlıyordum, Jungkookun ölmesi için bir dilek dilememin o akşamı kaza yaptığını öğrendiğim o akşamı... Bilimsel olarak hiçbir mantıklı açıklamam yoktu, fakat tesadüflere inanmazdım. Öylesine içten bir dilek dilemiştim ki sonu kabul olması, Jungkookun komaya girmesi benim ise neredeyse kafayı yememle bitmişti, ah annem ve babamın da ayrılma noktasına geldiklerini unutmayalım lütfen.

Neyse ki sinirle dilediğim o dilek gerçek olmamıştı, ama çok büyük sorunlar doğurmuştu.

Jeon Jungkook babasından gizli sürmeye çalıştığı arabayla önce birine çarpmış, ardından önüne çıkan kamyon ile çarpışmıştı. Çarptığı kadının bacakları artık tutmuyordu, Jungkook ise mucize bir şekilde hayatta kaldığı o kazadan sonra aylarca komada kalmıştı. Okulda hafızasını kaybettiğine dair söylentiler dolanmıştı, daha doğrusu hala dolanıyordu.

Tahminimce eğitimine evde devam ediyordu, arkadaşlarını okulda görüyordum. Kelimenin tam anlamıyla yıkılmışlardı, Yoongi'yi kimse bir daha basketbol oynarken görmemiş, Jimin ve Taehyung ise sürekli mahkeme duvarı gibi suratlarıyla okula gelip durmuşlardı.

Bir keresinde yine müzik sınıfından arka bahçeye bakarken Yoongi'yi banklardan birine oturup ağlarken görmüştüm, veya kullandığım ilaçlar yüzünden gördüğümü sanmıştım...

mirrorball ~ jjkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin