Ben bu hikayeyle ilgili çok hevesliydim, ama sizin de beni bu kadar coşkuyla karşılamanızı beklemiyordum. Çok teşekkürler, umarım beğenirsiniz. Aldığım yorumlardan dolayı da çok mutluyum, yorumları eksik etmeyin :)
Karaca, ayakta kalmak için kendini zorlarken içinden tekrar ediyordu. 'Daha önce bulamadıysa, yine bulamaz.' Ama söylediğinin ne kadar doğru olduğuna kendisi de emin değildi.
''Daha önce bulamadı.'' diyebildi Celasun'a da. Celasun, karşısında duran kadının yüzünün birden beyazlaması ve sesinin titremesiyle ona yaklaştı.
''Karaca, gel bir oturalım. Gel.'' dedi elini uzatıp. Ama kadın kafasını iki yana sallayarak, şokun etkisinden çıkamadığı oldukça belli bir şekilde tekrar etti cümlesini.
''Daha önce bulamadı. Şimdi de bulamaz.''
Karaca'nın katatonik bir şekilde tekrar ettiği cümleyle adam iç çekip sakallarını ovuşturdu.
''Ona pek emin değilim.'' dedi Celasun yavaşça. Söylediği, gözle görülür şekilde Karaca'yı daha da yıkarken cümlesine devam etti.
''Daha önce de kıl payı kaçtınız. Belki de bir saat geç kalsaydınız, bulmuştu.''
Kadın, zaten bildiklerinin yüzüne vurulmasıyla titrek bir nefes aldı. Ardından, aklına gelen fikirle adama döndü.
''Neyi aradığını bile bilmiyor! O Karaca'yı arıyor. Burada Karaca yok. Derya Çetin diye bir kadın var sadece, bir de kızı.'' dedi ısrarla. Azer onu bulamazdı, bulmamalıydı. Eğer bulacak olursa... Sonuçlarına katlanamazdı çünkü. 'Diri diri gömseler, daha iyi' dedi kendine. O geceden, gittiği geceden sonraki her gece, Azer'in ondan nefret ettiğine emindi zaten. Azer'e bu yüzden kızamazdı bile, sonuna kadar hakkı vardı kendisinden nefret etmek için. Ama gözlerinde hiçbir zaman o nefreti göremeyecek olmanın rahatlığı vardı içinde bir şekilde. Kaçmaya devam etmesinin asıl sebebinin bu olduğunu da bir tek Karaca biliyordu.
Celasun'la bu konuyu hiçbir zaman konuşmamıştı, ama ne tahmin ettiğini biliyordu Karaca. 'Azer'in öfkesinden kaçıyor, ondan korkuyor' diye düşünüyor, ama yanılıyordu. Karaca'yı 5 yıldır huzurla uyutmayan da, gündüzlerine de gecelerine de musallat olan da Azer'in gözleriydi. Kendisine hiçbir zaman bir başkası gibi bakmayan gözlerde, hayal kırıklığını görmekten ödü kopuyordu onun. Her seferinde de aynı şeyi söylüyordu kendine; 'ben hayat kurtarmak için yeterince acı çektim, daha fazlasını kaldıramam. O gözlerin bana başka türlü bakmasını kaldıramam.'
''Doğru diyorsun, doğru diyorsun da... İşler değişti.'' dedi Celasun.
Karaca o soğuğa, buz tutmuş ellerine rağmen daha fazla ayakta duramayacağını bildiğinden, dar sokakta kaldırıma çöktü. Mesele sıcak ya da soğuk da değildi zaten, nasılsa titreyecekti. İçi üşüyordu onun. Celasun yanına gelip oturmak yerine çömelince ona baktı.
''Sen onu terk ettikten sonra, Azer delirmiş Karaca.'' dedi kısık bir sesle.
Ciğeri parçalanıp kalbi sökülürmüşçesine canının yandığını hatırladığı o geceden sonra, sevdiği adamın kollarından çıkıp kendini karanlığa ve boşluğa bıraktığı geceden sonra neler olduğunu öğrenmemişti. Hayatının en zorlu sınavıydı bu belki de... Tek başına, tabii bir de çok sevgili amcasının ve Celasun'un yardımıyla gecenin bir vakti, otogarda herhangi bir ile giden bir otobüse bindikten sonra, kendini kapatmıştı Karaca. Geride bıraktığı İstanbul'da neler olduğuna dair hiçbir bilgisi yoktu. Haberlerde görmemek, duymamak için televizyondan da, gazetelerden de uzak durmuştu. Çünkü biliyordu, en ufak bir şey öğrense içinin gideceğini biliyordu. Ayaklarının onu Azer'e geri sürükleyeceğini de biliyordu.