{17.30 da oldukça önemli bir haber alacağım, aşırı gerginim. Yorum yaparsanız çok müteşekkir olurum, kafamın dağılması lazım çünkü. Seviliyorsunuz :) }
Sevdan izim olsun
Yolunu bulurum karışır deli sulara
Taşsın bırak akar yüreğim
Sığındığım kıyılarına
Ah derman ol yaralarıma
Sabah uyandığında, yanında umduğu gibi Azer'i bulamamıştı Karaca. Saatin kaç olduğuna bakmak için elini telefonuna attı, sabah daha saat 6.30 du. Bu saatte kahvaltı hazırlıyor olamazdı. Nihayetinde merakla ayağa kalktı ve yatağın ucuna koyduğu kalın hırkasını geçirdi üzerine. Odasından çıkıp hemen karşısındaki salona yürüdü. Gördüğü manzara nefesini kesip onu gülümsetirken ses çıkarmamaya özen gösterdi.
Deva, Azer'in kucağına başını koymuş, yan bir şekilde yatıyordu tek eli de Azer'in bacağının üzerindeydi. Azer'in kafası arkaya düşmüş, tek eli Deva'nın vücudunun üzerine atılmıştı. Karaca, Deva'nın çok sevdiği battaniyesini de görünce neler olduğunu anladı. Deva sık sık yaptığı gibi odasındaki canavardan korktuğu için uyanmış olmalıydı. Normalde Karaca'nın yanına gelir, onu uyandırmadan yanına kıvrılırdı. Ama onun odasına gelmek yerine, Azer'in yanına gelmeyi tercih etmişti.
Karaca onları uyandırmak istemediğinden, ama uykuya geri dalamayacak kadar da ayılmış olduğundan duşa girmeye karar verdi. Bugün Pazartesi'ydi, yani işe gitmesi gerekecekti. Uyandıklarında Azer'le bunun için tartışacaklarını da adı gibi biliyordu; ama yakın zamanda buradan gidecek olsalar da aniden istifa edemezdi. Çalıştığı firmadaki insanlar arkadaşları değildi ama sonuçta liseyi bile bitirmeyen bir kadına iş vermişlerdi. Yeniden garsonluk yapmak zorunda kalmaktan korkuyordu Sinop'tan giderken. O yorgunluğun üzerine Deva'yla uğraşamazdı çünkü. Ama sekreter olarak çalışmaya başlayınca işler düzene oturmuştu.
Duşunu yaptıktan sonra, evin her zamanki gibi soğuk olmasına artık alıştığından hemen giyinmek yerine bornozuyla kendine kıyafet baktı. Pek de fazla seçeneği olduğu söylenemezdi. Kalın çoraplar ve uzun bir etek, üzerine de bir kazak giymeyi tercih etti. Kendi dış görünüşüne hiçbir zaman özen göstermiyordu, Ayşe'nin kızı olan Karaca'yla Deva'nın annesi olan Karaca arasında dağlar kadar fark vardı çünkü ve öncelikleri güzel görünmek değildi. Kıyafetlerini giyip saçıyla uğraşmaya başladı. Aynada yüzünü dikkatle inceleyince, bunu ne kadar uzun süredir yapmadığını fark etti. Göz altları çökmüştü, ne kadar zamandır bu halde olduğunun da farkında değildi. Teni de pek canlı gözükmüyordu, rengi solmuştu sanki. Sonra kendi gözlerine baktı aynada ve burukça gülümsedi.
''Yaşlanmışsın Karaca.'' diye fısıldadı kendi kendine. 5 yılın herhangi birinden alabileceğinden fazlasını almıştı zaman. Enerjisini aldığı gibi, yerine kırışıklıklar da bırakmaya başlamıştı. Gülümsemekten kırışıklıkları olmasını yeğlerdi mesela, kaşlarını çatmaktan değil. Karaca iç çekti ve makyaj masası olduğunu düşündüğü ama üzerinde sadece bir rimel ve marketten aldığı dudak parlatıcısı olduğunu görünce iç çekti. Sonra kendi kendini savunur gibi mırıldandı.
''Sebebin mi vardı?'' dedi omuzlarını silkip. Rimeli hafifçe sürüp parlatıcıyı da kullandıktan sonra ayağa kalktı. Bir saat geçmişti, salona tekrar bakınca Azer'in uyandığını gördü. Karaca gülümseyerek yanına yürürken elini kaldırdı Azer.
''Bırak uyusun.'' dedi dudaklarını oynatarak. Karaca hafifçe gülüp kafasını salladı. Ardından mutfağa çay koymaya gideceğini el işaretleriyle anlatmaya çalışacaktı ki Deva kıpırdandı.